parça sıkıntı, zahmet, zarar da görsek, binler derece o
zahmetten ziyade rahmet ve ihsan-ı İlâhiyeye ve sevaba
mazhar olmakla beraber, pek çok bîçare ehl-i imanın
imanlarına başka bir tarzda bir kudsî hizmet hükmüne
geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden pek kuvvetli ümit ediyo-
ruz.
Bu hadisenin on vecihle kanunsuz olduğunu beyan
ediyorum:
Bi r i nc i s i :
üç mahkeme ve üç ehl-i vukufun ve An-
kara’nın yedi makamatından ve adliyelerin elinde iki se-
ne risale-i nur tetkikle nazardan geçtiği hâlde, ittifakla,
hiçbir muhalif kalmadan hem umum risalelerin beraati-
ne, hem said ile beraber yetmiş beş arkadaşı birlikte be-
raat ettirildiği ve bir gün bile ceza verilmediği hâlde, ye-
niden evrak-ı muzırra gibi onlara el uzatmak ne derece
kanunsuzdur, zerre kadar insafı olan bilir.
İ k inc i s i :
Beraatinden sonra üç buçuk sene emirda-
ğında münzevî, garip, kapısını hem dışarıdan kilit, hem
içeriden sürgüyle kapayan ve yüzde bir adamı zarurî bir
iş olmasa yanına kabul etmeyen ve yirmi seneden beri
devam eden telifini de bırakıp daha telif etmeyen bir
adama, dünya siyaseti için kapısının kilidini kırıp, yanına
gelip Arabî evradından, yanındaki iki levha-i imaniyeden
başka taharrîciler bir şey bulamadıkları hâlde bu eziyetin
ne derece hilâf-ı kanun olduğunu, zerre kadar aklı bulu-
nan anlar.
Emirdağ Lâhikası – ı | 477 |
taharri:
arama, araştırma.
tarz:
biçim, şekil.
telif:
eser yazma.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
umum:
bütün.
vecih:
cihet, yön.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister is-
temez.
zerre:
pek ufak parça, en küçük
parça.
ziyade:
çok, fazla.
arabî:
Arapça dili.
beraat:
suçsuzluğun sabit ol-
ması.
beyan:
anlatma, açık söyleme,
bildirme, izah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi
olanlar.
evrak-ı muzırra:
zararlı evrak,
kâğıtlar, yapraklar.
evrat:
virtler, okunması âdet
olan dinî dualar.
eziyet:
incitme, büyük sıkıntı
verme.
garip:
gurbette, kendi mem-
leketinin dışında bulunan, ya-
bancı.
hâdise:
olay.
hilâf-ı kanun:
kanuna ters, ka-
nun dışı.
hükmüne:
yerine, değerine.
ihsan-ı ilahiye:
İlâhî ihsan; Ce-
nab-ı Hakkın mahlûkatına ih-
san ettiği bütün nimetler, ik-
ramlar, hediyeler, bağışlar.
ittifak:
fikir birliği, söz birliği.
kudsî:
mukaddes, yüce.
levha-i imaniye:
imanî levha,
imana ait levha.
makamat:
makamlar.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
münzevi:
inzivaya çekilen, kö-
şeye çekilmiş, yalnız.
nazar:
dikkat.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, esirgeme, bağışlama,
şefkat gösterme.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
risale:
kitap; Risale-i Nur.