Emirdağ Lâhikası - page 468

ihlâsa zarar gelmemek için, bu iki üç senede dâhilden ve
hariçten gelen fırtınalı cereyanlara hiç temas etmedik ve
kardeşlerimi de bir derece ikaz ettim.
Sal i sen:
Bilirsiniz ki, kendim sadaka ve yardımları
kabul etmediğim gibi, öyle yardımlara da vesile olamadı-
ğımdan, kendi elbisemi ve lüzumlu eşyamı satıp o paray-
la kendi kitaplarımı, yazan kardeşlerimden satın alıyo-
rum. tâ risale-i nurun ihlâsına dünya menfaatleri gir-
mesin, bir zarar vermesin ve başka kardeşler de ibret
alıp hiçbir şeye alet edilmesin.
Ra b i an:
nurun hakikî şakirtlerine nur kâfidir. onlar
da kanaat etmeli, başka şereflere veya maddî, manevî
menfaatlere gözünü dikmesin.
Hem münakaşa, münazaa ve mesail-i diniyede damar-
lara dokunacak tarafgirane mübahese etmemek lâzımdır
ki, nur aleyhinde garazkârlar çıkmasın. Hatta, bir hiss-i
kablelvuku ile, Mustafa oruç kardeşimizin risale-i
nur’un mesleğine muhalif olarak birisiyle mübahesesi,
aynı zamanda, belki aynı dakikada ona gayet hiddet ve
şiddetle bir gücenmek kalbime geldi. Hatta o nurdan ka-
zandığı çok ehemmiyetli makamından atmak arzusu ol-
du, kalben müteessir oldum. Bu benim için bir Abdur-
rahman idi, neden böyle şiddetli hiddet ettim? sonra bu
bayramda yanıma geldi, Cenab-ı Hakka şükür ki, çok
ehemmiyetli bir ders dinledi ve o büyük hatasını da an-
ladı ve benim burada hiddetimin aynı dakikada hatasını
aleyh:
karşı, karşıt.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset ha-
reketi.
dâhil:
ülke içerisi.
ehemmiyetli:
önemli.
garazkâr:
haset eden, kin güden,
kötü kasıt sahibi.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek, dostluğu içten ve
gönülden olan.
hariç:
dış memleket, yaşanılan ül-
kenin dışındaki ülke.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hadise-
nin gerçekleşmesinden önce
kalbe doğması.
ibret:
bir durumdan veya olaydan
ders alma, ders çıkarma.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka bir
karşılık beklemeksizin, sırf Allah
rızası için yapma.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma,
uyandırma.
kâfi:
yeter, yetecek; elveren, ye-
tişen.
kalben:
kalp ile, kalpten; içten ve
samimî olarak.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
makam:
manevî mevki.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
| 468 | Emirdağ Lâhikası – ı
menfaat:
fayda.
mesail-i diniye:
dinî mesele-
ler.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
mübahase:
iddialı konuşma,
bahse girişme; bahis, iddia.
münakaşa:
tartışma.
münazaa:
ağız kavgası, çe-
kişme.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
Nur:
Risale-i Nur.
rabian:
dördüncü olarak.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım.
salisen:
üçüncü olarak.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeref:
üstünlük.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tarafgir:
bir tarafı tutan, ta-
raflı.
vesile:
aracı, vasıta.
1...,458,459,460,461,462,463,464,465,466,467 469,470,471,472,473,474,475,476,477,478,...1032
Powered by FlippingBook