evham vermişler. Fakat onların bu yazmasında, nura ve
nurculara bir fayda ve benim şahsıma da belki bir zarar
ihtimali var.
Faydanın bir ciheti şudur ki: Bu kadar ağır şerait için-
de öyle demir gibi sarsılmaz bir hakikat var ki, iki yüz bin
türk ruhunu ona feda edecek o hakikatin müşterisi bu-
lunur. Bu noktada, zayıf imanlı olanlar imanını kuvvet-
lendirir. ehli siyaset de ve imanını kaybedenler onlara
ilişmekten korkarlar, daha çabuk taarruz edemezler.
Bana zararı ise, Cenab-ı Hak, Hafîz’dir. Beni çürüt-
mek ve kardeşlerimi benden kaçırmak ve kardeşliğimizi
kırmak için, şeytanın bile hatırına gelmeyen iftiralar ve
isnatlarla benim ehemmiyetimi kırmak için çalışmaları
muhtemeldir.
ehl-i vukuftan ve diyanet riyasetinin müşavirlerinden
Yusuf ziya ve oradaki hocalar, risale-i nur’un tamam
bir takımını bizden istiyorlar. Hem zerrelere ait otuzun-
cu söz ve otuz İkincinin Birinci Mevkıfının başındaki
zerre bahsi ve Hüve nüktesi ve tabiat risalesinin zerre
bahsi gibi parçaları, rica suretinde ve hürmetkârâne,
oraya gönderdiğimiz Hasan Çalışkan ile cevap gönder-
mişler. güya
(1)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñn
°ùo
j s
’p
G mr
Ån
°T r
øp
e r
¿p
Gn
h
manasını an-
lamak istiyorlar ve bu parçalarla anlaşılır ve şimdi serbest
ifsada başlayan maddiyunları susturur.
SaidNursî
ì®í
Emirdağ Lâhikası – ı | 475 |
mevkıf:
durak.
muhtemel:
ihtimal dahilinde, ola-
bilir.
müşavir:
istişare edilen, fikrine
müracaat edilen, kendisine danı-
şılan kimse.
müşteri:
bir şeyi satın alan veya
satın almaya talip olan kimse, alıcı.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
risale:
Küçük kitap; Risale-i Nur ki-
taplarından her biri.
ruh:
can.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şerait:
şartlar.
taarruz:
saldırma, sataşma, ilişme.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
1.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ Suresi: 44.)
bahis:
konu.
cihet:
yön, sebep, vesile.
diyanet riyaseti:
Diyanet İş-
leri Başkanlığı.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i siyaset:
ülkenin idare-
siyle meşgul olanlar, siyaset
adamları, politikacılar.
ehl-i vukuf:
mahkemenin ta-
yin ettiği “bilir kişi”ler.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
güya:
sanki.
hafız:
hıfzeden, koruyan, sak-
layan, koruyucu.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hürmetkâr:
hürmet eden,
saygılı.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
düzensizlik meydana getirme.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme, bühtan,
ifk.
ihtimal:
olabilirlik.
isnat:
bir şeyi bir kimseye ait
gösterme.
maddiyyun:
maddenin ezelî
ve ebedî olduğuna, sonradan
yaratılmamış bulunduğuna
inananlar, maddeye bağlı ka-
lanlar, maddeciler, materya-
listler.