da eflâni havalisinde Hasan Feyzi gibi faaliyeti ve şiddet-
li alâkası; ve konyalı sabri’nin genç mekteplilerin çok-
lukla nur dairesine girmelerine çalışması ve başta müfes-
sir, hacı ve hoca Vehbi efendi ve konya ulemasının nur-
lara karşı hüsn-i teveccühleri ve tasdikkârane münase-
betleri; ve muallim Abdurrahman İhsan’ın hasbihâl mek-
tubundaki samimî ve ciddî nura alâkadarlığı; ve tavşan-
lı Vaizi osman’ın mektubunda pek samimî ve ciddî iki üç
zatın nur Şakirtliğine kemal-i ciddiyetle girmeleri; ve
eğirdir köylerinde Ali osman’ın ve Halil İbrahim’in tas-
dikiyle çok halis nurcuların yetişmesi; ve Ankara dârül-
fünununda nura ehemmiyetli hizmet eden ve kastamo-
nu’da mektep gençlerinden en evvel nurlara giren ve
Ankara’daki Abdurrahman’ın oğlu Vahdet’i himaye ve
muhafazaya çalışan Araçlı Abdullah’ın mektubunda tam
imanlı ve dindarane ve müjdekârâne yazması ve orada
okuyucuların çok olmasıyla ellerindeki risalenin kâfi ol-
madığına ve konyalı arkadaşı Mehmed ile beraber genç-
ler içerisinde nur neşretmeleri; ve Aydın tarafında inşa-
allah bir Ahmed Feyzi hükmünde, nurlarla gayet alâka-
dar Ali Akdağ’ın güzel ve samimî mektubundaki duaları
ve tavsifleri ve nurun tesirlerini hissetmesi gibi fıkraların
mealleri, bizi ve nur dairesini tamamıyla mesrur ettiği gi-
bi, bu bayramda da büyük bir manevî hediye olarak ka-
bul ediyoruz. Cenab-ı Hak, onların umumundan razı ol-
sun. Hususî ve ayrı ayrı mektup yazamadığımdan gücen-
mesinler.
Emirdağ Lâhikası – ı | 465 |
siplik, uygun olma.
neşr:
yayım, yayın.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
risale:
Küçük kitap; Risale-i Nur ki-
taplarından her biri.
samimî:
içten, candan, gönülden.
şakirt:
talebe, öğrenci.
takdirkârâne:
takdir edene yakışır
şekilde, takdir ederek.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tavsif:
vasıflandırma, bir şeyin iç
yüzü ve özelliklerini anlatma.
tesir:
etki.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
umum:
bütün, hepsi.
zat:
kişi, şahıs, fert.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
dârülfünun:
üniversite.
dindarâne:
dindar bir kimseye
yakışacak tarzda.
ehemmiyetli:
önemli.
evvel:
önce, ilk.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
halis:
her amelini, yalnız Allah
rızası için işleyen.
hasbihâl:
hâlleşme; görüşüp
konuşma, sohbet.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
hüsn-i teveccüh:
sevgi ile ka-
rışık medih ve takdir.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
kâfi:
yeter, yetecek; elveren,
yetişen.
kemal-i ciddiyet:
ciddiyetin
son derecesi, tam bir ciddiyet.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
meal:
mana, anlam, mefhum.
mektep:
okul.
mesrur:
sevinçli, memnun.
muallim:
ders veren, öğret-
men.
muhafaza:
koruma.
müfessir:
Kur’ân-ı Kerîm’in
metnini tefsir, şerh ve izah
eden İslâm âlimi.
müjdekârâne:
müjdeli şe-
kilde.
münasebet:
ilgi, ilişki; müna-