Œ
205
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Ev vel â:
nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi,
çokların namına benden sordu ki: “nurun halis ve ehem-
miyetli bir kısım şakirtleri, pek musırrane olarak, ahirza-
manda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannedi-
yorlar ve o kadar çekindiğin hâlde onlar ısrar ediyorlar.
sen de bu kadar musırrane onların fikirlerini kabul etmi-
yorsun, çekiniyorsun. elbette onların elinde bir hakikat
ve kat’î bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikate
binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattır,
herhalde hâllini istiyoruz.”
Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere cevaben
derim ki:
o has nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki ci-
hette bir tabir ve tevil lâzım.
B
iriNCisi
:
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi,
Mehdî-i Âl-i resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı
manevîsinin üç vazifesi var. eğer çabuk kıyamet kop-
mazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazife-
leri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rah-
met-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi
olacak:
Birincisi:
Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun
ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her
Emirdağ Lâhikası – ı | 455 |
listler.
mesail:
meseleler.
musırrâne:
ısrar ve inatla, ısrarlı
bir şekilde.
muvafakat:
razı olma, müsaade
etme, kabul etme.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu gös-
teren, rehber, kılavuz.
nam:
ad, yerine.
Nur:
Risale-i Nur hizmeti.
Nurcu:
Risale-i Nur’u okuyup yay-
maya çalışan.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
seyyid:
Hz. Muhammed’in (asm)
torunu Hz. Hasan’ın soyundan
olan kimse; Hz. Muhammed’in te-
miz soyundan gelen kimse.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabiiyyun:
tabiatçılar, materyalist-
ler, tabiata tapanlar.
tabir:
yorum, yorumlama.
tasallut:
birini rahatsız etme, mu-
sallat olma, hükmü altına alma.
taun:
veba.
temsil:
birinin, bir topluluğun veya
bir kuruluşun adına hareket etme.
tevil:
sözün ilk bakışta beliren an-
lamını değil de, ihtimal dahilinde
bulunan diğer anlamlarını alarak
yorumlama veya muhtemel ma-
nalarından birini tercih etme.
tezat:
zıtlık, aykırılık.
vazife:
dinî mükellefiyet, yüküm-
lülük.
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(asm) ailesinden olan, Hz. Mu-
hammed’in (asm) ev halkı.
aziz:
izzetli, saygın, muhterem.
beşer:
insan, insanlık.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden cemaat.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cihet:
yön, görüş açısı.
ehemmiyetli:
önemli.
evvelâ:
öncelikle.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fen:
hüner, marifet, sanat, ilim.
hakikat:
gerçek, esas.
hâl:
kaldırma, hal’ etme.
halis:
her amelini, yalnız Allah
rızası için işleyen.
hikmet:
yüksek bilgi.
hüccet:
delil.
intişar:
yayılma, dağılma, neş-
rolunma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
kudsî:
mukaddes, kutlu, mu-
azzez, aziz.
maddiyyun:
maddenin ezelî
ve ebedî olduğuna, sonradan
yaratılmamış bulunduğuna
inananlar, maddeye bağlı ka-
lanlar, maddeciler, materya-