cüz’î bir ders-i hakikat hissiyle, o elîm vaziyetinde ve
inatçı tabiatında, yine nurlara zarar gelmemek için sus-
turuldu. ne mahkemeye, ne akrabasına söylettirilmedi.
Fakat benim yanıma bir defa geldiği ve istikamete söz
verdiği hâlde, yanlış hareket ettiği için tokat yedi. Hatta
ittihama maruz olabilir şakirdin de, kemal-i sadakat ve
ihlâs içinde bazı lâkaydlıkları yüzünden bir şefkat tokadı
yediğini anladık.
ì®í
Œ
203
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerimveHizmet-iKur’âniyedeFa-
al,SebatkârArkadaşlarım!
Ev ve l â :
Bu sene hacc-ı ekber manasını taşıyan leya-
li-i aşerenizi ruhucanımızla tebrik ederiz.
Sa ni yen:
Hem dâhilde, hem hariçte nurun fütuhatı
devam ediyor. Fakat gizli düşmanlarımız olan ehl-i dalâ-
let ve sefahet, ehemmiyetsiz bazı hâdiselerle nur talebe-
lerine telâş vermeye ve habbeyi kubbe yapıp sarsıntı ve-
riyorlar.
Bugünlerde ekser kitaplarım ve üç senelik muhabere
mektuplarım meydanda bulunan ehemmiyetli bir şakir-
din hanesine yakın, gecede bir vukuat oldu. ondan isti-
fade ile o şakirdin hanesini taharri etmek yüzde doksan
ihtimal-i kavî varken, Cenab-ı Hak, inayetiyle ve hıfz ve
himayetiyle o haneyi taharrîden kurtardı. eğer sabahle-
yin safdil iki kardeşimizi ciddî ikaz etmeseydim ve kitap
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
cüz’î:
az, parçaya ait olan, pek az.
dâhil:
ülke içerisi.
ders-i hakikat:
hakikat dersi.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ekser:
pek çok.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
evvelâ:
öncelikle.
faal:
çalışkan, gayretli, hamarat.
fütuhat:
fethetmek, yayılmak.
habbe:
tane.
haccü’l-ekber:
en büyük hac.
hâdise:
olay.
hane:
ev, mesken, beyt, ikamet
edilen yer.
hariç:
dış memleket, yaşanılan ül-
kenin dışındaki ülke.
hıfz:
koruma, muhafaza etme, hi-
maye etme.
himayet:
koruma, esirgeme.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın hiz-
meti.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka bir
karşılık beklemeksizin, sırf Allah
| 450 | Emirdağ Lâhikası – ı
rızası için yapma.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma,
uyandırma.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
istikamet:
doğruluk, dürüst-
lük, doğru ve namusluca ha-
reket, iyi kalplilik.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma.
kemal-i sadâkat:
sadâkatin
son derecesi, tam bağlılık, ku-
sursuz sadâkat.
kubbe:
yarım küre veya küm-
betimsi yapılan bina damı.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
leyali-i aşere:
on mübarek
gece.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
muhabere:
haberleşme.
Nur:
Risale-i Nur.
ruhucan:
candan gönülden.
safdil:
saf gönüllü; hile, oyun
bilmeyen, kolay aldatılan.
saniyen:
ikinci olarak.
sebatkâr:
sebat eden, sö-
zünde ve kararında duran,
vazgeçmeyen, sebatlı.
sefahat:
eğlence.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
tabiat:
yaratılış, huy, karakter,
seciye, mizaç.
taharri:
arama, araştırma.
talebe:
öğrenci.
vaziyet:
durum.
vukuat:
vuku bulan şeyler,
hadiseler, olaylar.