eserlerle meşhur mevkîlere kendilerini göstermek bir ne-
vi gösteriş olması cihetiyle, kader-i İlâhî, nur Şakirtlerini
tam ihlâsın muhafazası için şimdilik müsaade etmiyor.
Rab i an:
kahraman ve sadakatte hiç sarsılmadan ve
kardeşiyle masum olmalarıyla ve az zamanda pekçok
kıymettar hizmet eden süleyman rüştü’nün dünyada,
ahirette Cenab-ı Hak onu manevî ve maddî ticaretinde
daima onu ihsanına mazhar eylesin. Âmin.
Hami sen:
Hüve nüktesi pek ince, gerçi çok mücmel
ve muhtasar olmuş, fakat herkes ondan pek kuvvetli bir
nur-i imanî hissedebilir diye size gönderildi. Fakat o
nüktenin ahirlerinde “Her zerre, cezbedarâne hâl diliyle
(1)
l
ón
MG *Gn
ƒo
g r
?o
b @ n
ƒo
g s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
deyip gezer” cümlesine,
“hal diliyle ve mezkûr hakikatin şahadeti ve lisanıyla” ke-
limeleri ilâve edilecek. Bu Hüve nüktesi ile Yirmi doku-
zuncu Mektubun Beşinci kısmı olan
(2)
p
¢Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG o
Qƒo
f *n
G
ayeti münasebetiyle bir se-
yahat-i hayaliye ve yine Yirmi dokuzuncu Mektubun Bi-
rinci kısmında yalnız nun-i
o
óo
Ñr
©n
f
kapısıyla cemaat sırrını
gösteren seyahat-i hayaliye dahi beraber sikke-i gaybi-
ye’nin ahirine veyahut münasip gördüğünüz yere konul-
sun. eğer inayat
Sikke-iGaybiye
’ye konulmamış ise,
onun da bir hulâsasını derc edilmesini size havale ediyo-
rum.
ì®í
Emirdağ Lâhikası – ı | 443 |
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
inayat:
lütuflar, ihsanlar, iyilikler,
yardımlar.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lisan:
konuşma dili.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mevki:
yer, makam.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhafaza:
koruma.
muhtasar:
kısaca, özetle.
mücmel:
öz olarak anlatılmış, kısa
ve az sözle ifade edilmiş, öz, özet.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
münasip:
uygun.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
nevi:
çeşit.
Nur:
Risale-i Nur.
nur-i imanî:
imandan gelen nur,
aydınlık, parlaklık.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
rabian:
dördüncü olarak.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
seyahat-ı hayaliye:
hayal ile ya-
pılan yolculuk.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
ahir:
son.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
cezbedarâne:
cezbeye tutul-
muş gibi, Allah sevgisi ile ken-
dinden geçerek.
cihet:
görüş, görüş açısı.
derç:
toplama, bir araya ge-
tirme.
gerçi:
her ne kadar.
hakikat:
gerçek, esas.
hâl:
durum, vaziyet.
hamisen:
beşinci.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hülâsa:
kısaca, özet.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka
1.
Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. (Bakara Suresi: 255) De ki: O Allah birdir. (İhlâs
Suresi: 1.)
2.
Allah göklerin ve yerin nûrudur. (Nur Suresi: 35.)