karışmadığını ve intizamını bozmadığını; hem ayrı ayrı
pekçok vazifeler yaptığı hâlde hiç şaşırmadan yapıl-
dığını; ve o parçaya ve zerreye pekçok ağır yükler
yüklendiği hâlde hiç zaaf göstermeyerek, geri kalmaya-
rak, intizam ile taşıdığını; hem, binler ayrı ayrı kelime,
ayrı ayrı tarzda, manada o küçücük kulak ve lisanlara ke-
mal-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulma-
yarak o küçücük kulaklara girip, o gayet incecik lisanlar-
dan çıktığı; ve o her zerre ve her parçacık, bu acip vazi-
feleri görmekle beraber, kemal-i serbestiyet ile, cezbeda-
rane, hâl diliyle ve mezkûr hakikatin şahadeti ve lisanıy-
la
n
ƒo
g s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
ve
l
ón
MG *Gn
ƒo
g r
?o
b
deyip gezer; ve fırtınaların
ve şimşek ve berk ve gökgürültüsü gibi havayı çarpıştırı-
cı dalgalar içerisinde, intizamını ve vazifelerini hiç boz-
muyor ve şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mâni olmuyor;
ben aynelyakîn müşahede ettim.
demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada niha-
yetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve niha-
yetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrata hâkim-i mut-
lak bir hassaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar
olabilsin. Bu ise zerreler adedince muhal ve bâtıldır.
Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. öyle ise, bu
sahife-i havanın, hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn
derecesinde bedahetle, zat-ı zülcelâlin hadsiz gayr-i
mütenahi ilmi ve hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve
kaderin mütebeddil sahifesi ve bir levh-i Mahfuz’un
Emirdağ Lâhikası – ı | 437 |
bestlik.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Levh-i mahfuz:
korunmuş levha,
Allah’ın ezelî ilmiyle kâinatta ol-
muş ve olacak şeylerin yazılı ol-
duğu levha.
lisan:
dil.
mâni:
engel.
medar:
sebep, vesile.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhal:
imkansız.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
mütebeddil:
tebeddül eden, de-
ğişen, başka hâle giren.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
sahife-i hava:
hava sayfası.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret.
tarz:
biçim, şekil.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik, der-
mansızlık, arıklık.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük ve
haşmet sahibi olan zat, Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
aynelyakin:
gözle görür dere-
cede inanma; bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
batıl:
boş, beyhude, yalan, çü-
rük, hurafe.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata
ihtiyaç olmayacak derecede
açıklık.
berk:
şimşek.
cezbedarâne:
cezbeye tutul-
muş gibi, Allah sevgisi ile ken-
dinden geçerek.
gayet:
son derece.
gayr-i mütenahi:
sonsuz,
sonu olmayan, nihayetsiz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkim-i mutlak:
hiç bir şe-
kilde hâkimiyetine sınır konul-
mayan tam hüküm sahibi.
hakkalyakin:
imanî mesele-
lerin hakikatini tam olarak an-
lama.
hâl:
durum, vaziyet.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin
olarak bilme.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
kader:
Cenab-ı Hakkın takdir
ve tayin etmesi.
kalem-i kudret:
kudret ka-
lemi, Allah’ın güç ve kuvveti
ile yaratması.
kemal-i intizam:
intizamın
mükemmel oluşu, tam ve ek-
siksiz düzen.
kemal-i serbestiyet:
serbest-
liğin son derecesi, tam ser-