fakat elîm bir tarzda bir plânla, çok evhama ve iftiralara
medar olabilir bir hâdiseyi, bir bîçare muhakemesiz bir
adamın vasıtasıyla yaptırdılar ki, burada nurun en
mühim ve vazifesi en ehemmiyetli bir şakirdini, tam
hanesinin yanında dört gülle ile, o bîçare adam
yaralanıyor. doktor “Yüzde yüz ölecektir” diyor. o mec-
ruhun tarafında dava edecek resmî, gayriresmî çok
adamlar varken ve yüzde doksan o ehemmiyetli şakirde
isnat etmek ve o vesile ile hanesindeki bütün nur risale-
lerini ve mektuplarını taharri bahanesiyle elde etmek
yüzde doksan ihtimali varken ve o vasıta ile beni ve
nurcuları alâkadar etmek ve o masum şakirdi de acip
iftiralarla lekedar etmek, esbaplar olduğu hâlde,
(1)
p
án
jÉn
æp
©r
dG p
ør
«n
©p
H l
¢So
ho
ôr
ën
e n
?s
fp
Én
a
sırrıyla yine inayet-i İlâhiye
imdada yetişti. o adam tam yüzünden dört gülle ile ya-
kından vurulduğu hâlde ölmedi ve harika bir surette hiç-
bir şahit bulunmadı, hiçbir emare bulunmadı. o vurulan
adam, ne mahkemeye, ne babasına, ne kardeşlerine,
kim vurduğunu, ısrar ettikleri hâlde söylemedi, yani söy-
lettirilmedi. eğer söyleseydi, habbeyi kubbe yapan mü-
nafıklar, acip iftiralar edeceklerdi.
Cenab-ı Hak, ihsan ve keremiyle nurları ve nurcuları
himaye edip, o hâdise ve o bombanın patlaması bize
zarar vermedi. kat’î kanaatimiz gelmiş ki, bu bir kera-
met-i nuriyedir.
Hem o adam nurların bir parçasını okuduğu cihetiyle,
onun kerametiyle hayatını kurtardığı gibi, ondan aldığı
Emirdağ Lâhikası – ı | 449 |
met edilen yer.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme, olmayan bir suçu başkasına
yükleme.
iftira:
suçsuza suç yükleme.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ihtimal:
olabilirlik.
imdat:
yardım.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yardımı.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
keramet-i Nuriye:
Risale-i Nur’a
ait keramet.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
kubbe:
yarım küre veya kümbe-
timsi yapılan bina damı.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mecruh:
yaralanmış, cerh olun-
muş, yaralı.
medar:
sebep, vesile.
muhakeme:
akıl yürütüp doğru
netice elde edebilme, tartma, de-
ğerlendirme, yargılama.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münafık:
nifak sokan, arabozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
Nur:
Risale-i Nur eserlerinin her
biri.
Nurcu:
Risale-i Nur’u okuyup yay-
maya çalışan.
resmî:
devletin olan, devlete ait,
devletle ilgili.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taharri:
arama, araştırma.
tarz:
biçim, şekil.
vasıta:
sebep, vesile.
vazife:
görev.
vesile:
bahane, sebep.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
bahane:
vesile, sebep.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dava:
hak aramak maksadıyla
mahkemeye müracaat etme.
ehemmiyetli:
önemli.
elîm:
üzüntü verici.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
gayr-i resmî:
resmî olmayan.
gülle:
tabanca mermisi.
habbe:
tane.
hâdise:
olay.
hane:
ev, mesken, beyt, ika-
1.
Sen Cenab-ı Hakkın inayetiyle korunmaktasın.