kur’ân-ı Mucizülbeyan’ın hakikatlerini
Zülfikar
ve
Asa-yı
Mûsa
gibi harika risalelerle mu’cizelerini kalemleriyle
neşredip en muannit dinsizleri tasdike mecbur etmeleri-
ne mukabil, ehl-i dalâletin hücumu, elbette değil yalnız
ehl-i hakikat insanları, belki ruhanîleri, belki melekleri de
ağlatır ve arzı ve semayı hiddete getirebilir.
Madem iki sene tetkikten sonra
Ayetü’l-Kübra
eski
harflerle tab edilen bin nüsha ve nurun bütün risaleleri
ittifakan beraatle beraber umumu iade edilmiş. Aynen
iade edilen bazı risalelerin eski hurufla teksirini bir suç
sayıp ceza vermek, adliyeleri cidden alâkadar edip adalet
şerefini kırıyor.
Sa ni yen:
Benim hususî kâtibim şimdi yok, başka kâ-
tipler de benim dilimi iyi anlamıyorlar; ben de hem ra-
hatsız ve hem de geç ve güç yazabiliyorum. Hâlbuki,
dünden beri yirmiye yakın mektuplar geldi. İçinde de
pek çok kardeşlerimiz ve hemşirelerimizin isimleri var.
Biz, onların umumunun hem bayramlarını tebrik ediyo-
ruz, hem yeni şakirt olmak isteyenleri ruh u canımızla
kabul ediyoruz. Ve onları öyle sevk eden zatlara da Al-
lah razı olsun ve kalblerindeki muradları ne ise Cenab-ı
Hak onları muvaffak eylesin deriz.
Sa l i sen:
nur santralı sabri’nin (
rH
) lâhikaya girecek
güzel mektubu ve Ali osman ve Çilingir Ali’nin nurların
neşrindeki kudsî hizmetleri ve İbrahim edhem’in Balı-
kesir ve sair taraflarda tesirli faaliyeti ve onun irşadıyla
çokların nur dairesine girmesi ve Ahmed Fuad’ın
adalet:
kanun ve düzen hakimi-
yeti.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
arz:
yer, dünya.
beraat:
suçsuzluğun sabit olması.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
harika:
olağanüstü vasıflar taşıyan
ve hayranlık hissi uyandıran.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
huruf:
harfler.
hususî:
özel.
hücum:
saldırma.
iade:
geri verme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
ittifaken:
ittifakla, anlaşarak, uz-
laşarak.
| 464 | Emirdağ Lâhikası – ı
kâtip:
yazıcı.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerlerini
yapmaktan aciz bırakan
Kur’an.
lâhika:
Risale-i Nur mektup-
larının toplandığı eser.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların aciz kaldığı şey.
mukabil:
karşılık.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
neşir:
herkese duyurma,
yayma, tamim.
neşr:
yayım, yayın.
Nur:
Risale-i Nur.
nüsha:
birbirinin aynı olan ya-
zılı metinlerden her biri.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
risale:
Küçük kitap; Risale-i
Nur kitaplarından her biri.
ruhucan:
ruh ve can; ruh ve
canla.
ruhanî:
manevî âlem, ruhlar
âlemine mensup, ruhlar âle-
mine ait.
sair:
diğer, başka, öteki.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
sema:
gökyüzü, gök.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeref:
onur, haysiyet.
tab:
kitap basma, kitap bas-
kısı, baskı.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
teksir:
çoğaltma.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
umum:
bütün, hepsi.
zat:
kişi, şahıs, fert.