risale-i nur’a verdiği yüzer işaretle tasdiklerini, tam bir
kat’î burhan olarak hem hadislerden, hem ayetlerden
mana ve cifir muvafakatleriyle risale-i nur’un şahs-ı
manevîsini pek kuvvetli bir surette ispat ediyor. risale-i
nur’un şahs-ı manevîsinin bir mümessili olan nur Şakirt-
lerinin şahs-ı manevîsine bazı işaret-i hadisiyeyi, nurun
tercümanına veriyor. Hakikat ise, tercüman, bir derece
telif itibarıyla, o şahs-ı manevînin bir nevi mümessili ol-
mak itibarıyladır. Yoksa haddim ve hakkım değildir ki,
ben o kudsî işarete medar olayım.
Her neyse, ben daha fazla tetkik edemedim. onun üç
buçuk senede ve onun gibi fevkalâde zeki bir kardeşimi-
zin ince tetkikatını vaktim ve hastalığım müsaade etse,
tetkik ve tadilden sonra size gönderip, ya
Tılsımlar
mec-
muasının zeyli veya
Lem’alar
mecmuasına, risale-i
nur’un hakkaniyetine bir hüccet olarak yazarsınız. o
kardeşimizin nur avukatı Ahmed Feyzi’nin incir teberrü-
küne mukabil, benim namıma bir
Sikke-iGaybiye
mec-
muasını ona gönderiniz ki, incirleri bana dokunmasın.
Çünkü bu ahirde kat’iyen mukabelesiz hediyeler beni
hastalandırdığı, çok tecrübelerle pek kat’îleşti.
Hem o kardeşimizin iki mübarek haremi ve muhterem
validesinin ve said ve nuri namındaki evlâtlarının bana
yazdıkları samimî mektuplarına mukabil, hem onlara,
hem evlâtlarına çok dua ediyorum. öyle bir kahraman
nurcunun öyle hakikatli, muhterem, dindar refikasının
nurlara fedai ve hadim olarak verdikleri masum evlâtla-
rını ruhucanımızla nurun masumlar dairesinde kabul
ahir:
son.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdise-
lere, ibarelerden tarih veya isme
dair işaretler çıkarmak ilmî.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla ria-
yet eden, dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
evlât:
çocuklar.
evlât:
veletler, çocuklar.
fedaî:
canını esirgemeyen, mühim
bir maksat uğruna canını vermeye
hazır bulunan.
fevkalâde:
olağanüstü.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiil veya Hz. Peygambe-
rin onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikat:
kadirbilirlik, sadâkat,
doğruluk, vefa, sürekli bağlılık.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk.
harem:
kadın eş.
hüccet:
delil.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğruyu
delillerle gösterme.
işarat-ı hadisiye:
Peygamber
Efendimizin (asm) sözlerinin işaret
ettiği manalar, vermiş olduğu işa-
retler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kudsî:
mukaddes, yüce.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mecmua:
“Risale-i Nur” parçala-
rından her biri.
medar:
sebep, vesile.
| 470 | Emirdağ Lâhikası – ı
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
mukabele:
karşılık.
mukabil:
karşılık.
muvafakat:
uyma, uyuşma,
uygunluk.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
mümessil:
temsil eden, tem-
silci.
müsaade:
elverişli, uygun
olma durumu.
nam:
ad, yerine.
nevi:
çeşit.
Nur:
Risale-i Nur hizmeti.
Nurcu:
Risale-i Nur’u okuyup
yaymaya çalışan.
refika:
kadın eş, karı, zevce.
ruhucan:
candan, gönülden.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
suret:
biçim, tarz.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
teberrük:
bir şeyi bereket ve
saadet vesilesi sayarak almak
veya vermek.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tercüman:
tercüme eden, çe-
viren.
tercüman:
tercüme eden, çe-
viren.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
tetkikat:
araştırmalar, incele-
meler.
valide:
ana, anne.
zeyil:
bir eserin devamı olarak
yazılan kitap.