Ankara ve denizli mahkemesinde tetkikte kaldıkları hâl-
de, o mahkemeler ittifakla cemiyetçilik ve tarikatçilik
(Ha-
şİYe)
ve sair bahaneleri cihetinde beraat kararı verip, o ki-
tap ve mektupları aynen sahiplerine iade ve said’i arka-
daşlarıyla beraber beraat ettirdikleri hâlde, bir siyasî ce-
miyetçi nazarıyla ve entrikacı bir siyasî adam tarzında
onu ittiham etmek ve adliye memurlarını onun aleyhin-
de cemiyetçilik ve tarikatçilik noktasında sevk etmek ne
kadar kanunsuz olduğunu, insaniyeti sukut etmeyenler
bilir.
Beş inc i s i :
Şöyle ki: Ben risale-i nur mesleğinin esa-
sı ve otuz seneden beri bir düstur-i hayatım olan şefkat
itibarıyla, bir masuma zarar gelmemek için, bana zulme-
den canilere değil ilişmek, hatta beddua edemiyorum.
Hatta, en şiddetli garazla bana zulmeden fasık, belki din-
siz zalimlere hiddet ettiğim hâlde, değil maddî, belki bed-
dua ile de mukabeleden beni o şefkat men ediyor. Çün-
kü o zalim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar bî-
çarelere veya evlâdı gibi masumlara maddî ve manevî
darbe gelmemek için, o dört masumların hatırına bina-
en, o zalim gaddara ilişmiyorum, bazan helâl ediyorum.
Emirdağ Lâhikası – ı | 479 |
olmayan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
men:
yasak etme, engelleme.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
peder:
baba.
sair:
diğer, başka, öteki.
sevk:
yöneltme.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
sükût:
değerden düşme, değerini
yitirme; susma.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tarikatçılık:
tarikat taraftarlığı.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
valide:
ana, anne.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
HaşİYe:
nurların esası ve hedefi, iman-ı tahkikî ve hakikat-i kur'âniye-
dir. onun için, üç mahkeme, tarîkat noktasında beraet vermişler. Hem
yirmi senede hiç bir adam dememiş ki, “Bana tarikat vermiş.” Hem bin
seneden beri bu milletin ekser ecdâdı bağlandığı bir meslek, sebeb-i
mes'uliyet olamaz. Hem gizli münafıklar, hakikat-i İslâmiyete tarikat
namını takıp bu milletin dinine taarruz ettiklerine karşı, mukabele
edenler, tarikatle ittiham edilmez. Cemiyet ise, uhuvvet-i İslâmiye cihe-
tinde bir uhrevi kardeşliktir. Yoksa siyasî cemiyet olmadığına üç mah-
keme hüküm vermiştir.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
beddua:
bir kimsenin kötü ol-
ması için dua, kötü dua.
beraat:
suçsuzluğun sabit ol-
ması.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cani:
acımasız, gaddar.
cemiyetçilik:
cemiyet taraf-
tarlığı, particilik, grupçuluk.
cihet:
şekil, yön, tarz.
düstur-i hayat:
hayat kanunu,
hayat kaidesi.
entrika:
bir çıkar sağlamak
veya birine zarar vermek
maksadıyla hazırlanan düzen,
hile.
evlât:
çocuklar.
fasık:
sapkın, günah işleyen,
fesatçı.
gaddar:
çok fazla zulüm ve
haksızlık eden.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
helâl etmek:
hakkından vaz-
geçmek.
hiddet:
öfke, kızgınlık, gadab,
hışım.
iade:
geri verme.
ihtiyar:
yaşlanmış kimse, yaşlı.
insaniyet:
insanlık, insanlık
mahiyeti.
ittifak:
birleşme, fikir birliği
etme.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
manevî:
manaya ait, maddî