bir habbe yüz kubbe yapılmış. Burada böyle manasız, ev-
ham yüzünden bana eziyet verilmesi ve Medresetüzzeh-
ra’nın kahramanlarına buraya nispeten bu üç senede on
dereceden yalnız bir derece eziyet verilmek cihetiyle, Is-
parta hükûmetine ve adliyesine teşekkürümü ve minnet-
tarlığımı ve onların verdiği eziyetleri de helâl ettiğimi bil-
dirirsiniz.
Sal i sen: Bu defaki musibette, her vakit olduğu gibi,
yine kaderin adaletine ve inayet-i İlâhiyenin feyzine
baktım, gördüm ki: sair vilâyete nispeten bir derece
nurdan geri kalan ve nur dairesine de yakın bulunan
kütahya ve adliyesini ve hükûmetini, denizli, kastamo-
nu gibi risale-i nurla alâkadar etmek; evet, ne kadar fik-
ri ve vazifesi aleyhimizde olsa da, her hâlde kalbi, ruhu
risale-i nur’dan imanı cihetinde büyük istifade etmek ve
nurculara da sevap kazandırmak hikmetiyle, o vilâyete
gönderildi. kader-i İlâhî dahi bana bir şefkat tokadı ola-
rak, dâhiliye Vekili erzurumlu ve hemşehrim ve Afyon
Valisi (Antalyalı) ve şimdiye kadar bana ilişmemesi cihe-
tiyle demiştim: gerçi serbest oldum, şimdi böyle insaflı
bir vali buldum, emirdağından gitmeyeceğim diye bir ne-
vi sevinç ve ihtiyatsızlığımın cezası olarak, o iki adamın
elleriyle kader-i İlâhî bana tokat vurdu, adalet etti.
Afyon Valisi, emniyet Müdürü ve buradaki heyetiyle
meselemize dair Ankara’ya yazmışlar ki: “Cemiyetçilik,
tarikatçılık gibi meseleler yok. Fakat said nursî’nin onun
sözüyle kendini feda edecek iki yüz bin nurcu kardeşleri
var” diye, başka bir cihette yine hükûmete büyük bir
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
aleyh:
karşı, karşıt.
cemiyetçilik:
cemiyet taraftarlığı,
particilik, grupçuluk.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dair:
alakalı, ilgili.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
eziyet:
incitme, büyük sıkıntı
verme.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
feyz:
ihsan, bağış, kerem.
Gerçi:
her ne kadar.
habbe:
tane.
helâl:
helâl etmek: haktan vaz-
geçmek.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı mem-
leketli.
heyet:
kurul, topluluk; birlik teşkil
eden şahıs ve şeylerin tamamı.
| 474 | Emirdağ Lâhikası – ı
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
ihtiyat:
tedbirli hareket etme.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yar-
dımı.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kader:
takdir, kısmet, kudret,
İlâhî hüküm.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kubbe:
yarım küre veya küm-
betimsi yapılan bina damı.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapılma-
sını idarecilere teklif ettiği, fen
ilimleriyle din ilimlerinin bir-
likte okutulmasını düşündüğü
üniversite.
mesele:
halledilmesi güç,
önemli konu.
mesele:
konu.
minnettar:
bir iyiliğe karşı
minnet duyan.
musibet:
felâket, belâ, ansızın
gelen belâ, dert, sıkıntı.
nevi:
çeşit.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
Nur:
Risale-i Nur hizmeti.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
sair:
diğer, başka, öteki.
salisen:
üçüncü olarak.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
tarikatçılık:
tarikat taraftarlığı.
vazife:
görev.
vilayet:
il.