vaktinde Maarif dairesinin sebepsiz yanması ve söndürül-
mesine hiçbir imkân bulunmaması ve tamamen yanması
tesadüfe benzemiyor, bir eser-i hiddet görünüyor.
o ifademin ahirinde ve aynı zamanda demiştim ki:
“Beni bu gurbette, yalnızlıkta kitaplarımın mütalâasın-
dan mahrum etmeyiniz. Yoksa hem bana, hem bu vata-
na yazık olur.
(HaşİYe)
Belki zemin, yine zelzeleyle hiddet
eder” dediğimden üç dakika sonra üç saniye devam
eden zelzele ve o fıkrayı mahkemede tekrar ettiğim aynı
zamanda –ya gece veya gündüzde– zemin ateşle Maarif
dairesine saldırması ve mahkemece dört defa ispat edi-
len çok defa zelzelenin risale-i nur’a ve şakirtlerine ta-
arruzun aynı zamanında gelmesi elbette bunda tesadüf
olamaz. demek bu vatanın ve milletin ve asayişin büyük
bir temel taşı olan risale-i nur’un hakikatleridir ki, böyle
vukuatlı tokatlarla, bu milletin nazar-ı dikkatini kur’ân’ın
hakikî ve hakikatli ve kuvvetli bir tefsiri olan risale-i
nur’a çeviriyor; milleti ona teşvik edip muarızlarına şef-
kat tokadı vuruyor.
Şimdi nasıl sadaka belâyı def ediyor; öyle de, risale-i
nur, bu memlekette belânın def’ine vesile olduğu çok
hadiselerle tahakkuk etmiş. Bu defa da risale-i nur’a hü-
cum edildiğinin aynı zamanda bu yangın belâsının gel-
mesi, risale-i nur belânın def’ine vesile olduğunu ispat
ediyor.
ì®í
Emirdağ Lâhikası – ı | 493 |
tesadüf:
rastlantı.
vesile:
aracı, vasıta.
vukuat:
normalin dışında olan hâ-
diseler.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yeryüzü.
HaşİYe:
İşte, yazık oldu.
ahir:
son.
asayiş:
kanun ve nizam haki-
miyetinin sağlanması.
belâ:
musibet, gam, keder,
afet, sıkıntı.
def:
mâni olma, savmak,
uzaklaştırma.
eser-i hiddet:
öfke eseri, öfke
sonucu.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gurbet:
yabancı memleket,
yabancı yer, vatan dışı, doğup
büyünülen ülke, şehir, köy dı-
şında kalan yerler, yâd el.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğruluk.
hakikî:
gerçek, sahici.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
maarif:
Milli Eğitim.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
nazar-ı dikkat:
dikkatli
bakma, dikkatli bakış.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tahakkuk:
gerçekleşme, olma;
delil ile ispat edilme, kesin-
leşme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tesadüf:
rastlantı.