Baktım, benden kaçmıyor. Bir parça ekmek verdim; ye-
medi. kalben dedim: “üç dört sene evvel aynı burada
kuşların müjde vermesi gibi, bu da müjde veriyor.”
Hakikaten aynı zamanda o mübarek nurlu hediye gel-
diği gibi, üç senedir haber almadığım müftü kardeşim Ab-
dülmecid’den güzel bir mektup aldım. Bana hizmet eden
Halil geldi. “Bu kuşa bak, bu da eski kuşlar gibi bir müj-
decidir” dedim. sonra pencereyi açtık, gitsin; gitmiyor-
du. Yukarıda beş altı defa uçtu, gitmedi.
sonra sungur da geldi. “İşte sen de gör” dedik; o da
gördü. Yarım saat sonra, nasıl görülmesi harika oldu; bu-
lunmaması da harika oldu. pencereden çıkmadan Halil
ile aradık, bulamadık. kayboldu.
Hatta bu manevî hediyenin gelmesi ve Hüsrev yerinde
sungur imdada yetişmesi, ehemmiyetini göstermeye bir
kat’î hâdise budur ki: sungur gelmeden iki gün evvel
–demek o evden çıktığı gün– Halil rüyada görüyor ki,
sungur, Mustafa osman ile buraya gelmişler; büyük bir
hâdise ve şaşaalı bir merasim yapılmış. Benden “tabiri
nedir?” diye sordu. Ben de merak ettim: “sen niçin bu
rüyayı bana söyledin? Acaba onların başına bir zarar mı
gelmiş?” diye bir gece sabaha kadar endişe ile müteessir-
dim. o rüya-i sadıka az bir tabirle çıktı.
ì®í
Emirdağ Lâhikası – ıı | 501 |
müteessir:
üzgün.
rüya-i sadıka:
gerçek çıkan rüya.
şaşaalı:
parlak, gösterişli.
tabir:
yorum, yorumlama.
defa:
kere, kez, yol.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
endişe:
kaygı.
evvel:
önce.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
hâdise:
olay.
hakikaten:
doğrusu, gerçek-
ten.
harika:
olağanüstü.
hizmet:
görev, vazife.
imdat:
yardım.
kalben:
kalp ile, kalpten; içten
ve samimî olarak.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
merak:
endişe.
merasim:
resmî merasimler,
âdet hükmündeki gösterişler,
resmî muameleler, törenler.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müftü:
İl ve ilçelerde din işle-
rine bakan ve dinî meselelerle
ilgilenen görevli kimse.