Bi r i n c i s i :
Bir kısım paramla aldığım bana mahsus
makine mahsulü on bir mecmua ve elmas kalemli nurun
kıymetdar üç şakirdinin yazdıkları tam bir takım risale-i
nur, diyanet riyasetinin beş altı defa musırrâne isteme-
si üzerine hazırladığım, aynı zamanda ve bir derece ya-
banî kalan müftüler ve hocalara bir manevî hediye ve mü-
şevvik olarak göndermek teşebbüsü zamanında böyle çok
ehemmiyetli bu vazifeyi yerine getirmek için Hüsrev’i bu-
raya istiyordum. Hâlbuki vaziyetim müflkül bir hâlde, çok
merak ediyordum. Birden, küçük bir Hüsrev olan kahra-
man sungur aynı vakitte geldi. Beni çok endifle ve telâfl-
lardan ve masraflardan kurtardığı gibi, bu vazife, iki sene
mütemadiyen yanımda hizmeti kadar kıymettar olduğu
için kat’î kanaatim geldi ki, bu da nurun neflrindeki mu-
vaffakiyetin bir kerametidir.
İ k i nc i Hâ d i se :
Ben kendime ait nüshalarımı diya-
net riyasetine gönderdiğim aynı zamanda, aynen mizan-
la ziyade-noksan olmayarak, tartılsa aynen o kadar nu-
run safranbolu, eflâni havalisindeki nurun küçük kahra-
manları gönderdikleri mübarek hediyeleri lisan-ı hâl ile
bana dediler: “Merak etmeyiniz, biz zayiat yerine geldik.
o zayiatın yerini doldurduk.” Ben de ruhucanla kabul et-
tim ve gönderenleri tebrik ettim; daha teberrükleri bana
dokunmadı.
Üçün cü Hâ d i se :
o mübarek hediyeler odama
geldiği zamandan on dakika evvel, serçe kuşuna benzer
bir kuş yatağımın ayağı altında gördüm. Hâlbuki pence-
reler ve kapı kapalı, hiçbir delik yok ki, o kuş girebilsin.
defa:
kere, kez, yol.
diyanet:
din işleri ile ilgilenen ku-
ruluş, teşkilat.
ehemmiyetli:
önemli.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
endişe:
kaygı.
evvel:
önce.
hâdise:
olay.
havali:
etraf, çevre, civar, yöre, do-
lay.
hizmet:
görev, vazife.
kanaat:
inanç.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin du-
ruşu ve görünüşü ile bir mana
ifade etmesi.
mahsul:
ürün.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
masraf:
harcama.
mecmua:
tertip ve tanzim edilmiş
şeylerin hepsi, koleksiyon.
merak:
endişe.
musırrâne:
ısrar ve inatla, ısrarlı
bir şekilde.
muvaffakıyet:
başarı.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müftü:
İl ve ilçelerde din işlerine
| 500 | Emirdağ Lâhikası – ıı
bakan ve dinî meselelerle il-
gilenen görevli kimse.
müşevvik:
teşvik eden, iste-
ğini arttıran, arzu ve hevesini
arttıran.
müşkül:
güç, zor, çetin.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
neşir:
yayım, yayın.
Nur:
Risale-i Nur.
nüsha:
suret.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
riyaset:
reislik, başkanlık.
ruhucan:
ruh ve can; ruh ve
canla.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
teberrük:
hediye, armağan.
teşebbüs:
girişim.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
yabanî:
yabancı, uzak.
zayiat:
kayıplar, yitikler.