başımızın iki metre üstünden geçip, arkada dere içine sak-
lanan askerimiz görünmedikleri hâlde geri kaçtılar. tec-
rübe için dedim:
“Molla Habib, ne dersin, ben bu gâvurun güllesine giz-
lenmeyeceğim.”
o da dedi: “Ben de senin arkandan çekilmeyeceğim.”
İkinci top güllesi pek yakınımızda düştü. Hıfz-ı İlâhî bi-
zi muhafaza ettiğine kanaatle Molla Habib’e dedim:
“Haydi ileri! gâvurun top güllesi bizi öldüremez. geri
çekilmeye tenezzül etmeyeceğiz” dedim.
Hem Bitlis muhasarasında ve avcı hattında rusun üç
güllesi öldürecek yerime isabet etti. Biri de şalvarımı de-
lip, iki ayağımın arasından geçip o tehlikeli vaziyette si-
pere oturmaya tenezzül etmemek bir hâlet-i ruhiye taşı-
dığımdan, arkadan kumandan kel Ali, Vali Memduh Bey
işittiler, “Aman çekilsin veya sipere otursun” dedikleri hâl-
de, “Bu gâvurun gülleleri bizi öldürmeyecek” dediğim ve
hiçbir ihtiyat ve tedbire ehemmiyet vermeyerek o genç-
lik zamanında, o zevkli hayatımın muhafazasına çalışma-
dığım hâlde, şimdi seksen yaşına girdiğim hâlde gayet de-
recede bir ihtiyat ve hayatımı muhafaza, hatta vesvese
derecesinde tehlikelerden çekinmek hâleti acip bir tezat
göründüğünden, elbette o gençlik hayatını pervasızca fe-
da etmek, bir iki sene ihtiyarlık ve zevksiz hayatını bu de-
rece muhafaza etmek büyük bir hikmet içindir. Ve iki üç
kudsî maksat, içinde vardır:
Emirdağ Lâhikası – ıı | 509 |
vaziyet:
durum.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
feda:
uğruna verme.
gâvur:
kâfir, dinsiz.
gayet:
son derece.
gülle:
top mermisi.
hâlet:
hal, durum.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh
hâli, psikolojik durum, insanın
manevî hâli, iç durumu.
hıfz-ı ilâhî:
Allah’ın koruması.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
ihtiyat:
sakınma, tedbirli, te-
darikli bulunma.
kanaat:
inanç, inanış.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kumandan:
komutan.
maksat:
gaye.
muhafaza:
koruma.
muhasara:
kuşatma, etrafını
çevirme, sarma.
pervasızca:
korku, havf.
tecrübe:
deneme, sınama.
tedbir:
önlem, yol, çare.
tenezzül:
kendine aykırı dü-
şen bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
tezat:
zıtlık, aykırılık.