adam, her suretle himayeye lâyık, bakılmaya muhtaç,
akraba ve taallûkatı olmayıp sırf bir İslâm hükûmetin hi-
mayesine muhtaç bir İslâm mütefekkiridir. Şair-i meşhur
Akif Bey merhumun rivayetine nazaran, Mısır’ın en ma-
ruf ulemasından olan ve garbın müteaddit lisan ve felse-
fesine âşina bulunan üstad-ı azam Abdülaziz Çaviş’in yir-
mi küsur sene evvelisi
el-Ehram
ceridesindeki said hak-
kında yazdığı “Fatînü’l-Asr” başlıklı makalesini okuyan
ve kendisiyle bizzat görüşen ilim adamları, bu zatın fıtra-
ten ilmî kudretini ve İlâhî mesleğini takdir edebilirler.
SayınBeyim!
kürdlük sözüyle türlü hakarete hedef olan Molla said,
seciyeten takdire şayan bir türk âşıkı ve İslâmiyet hadi-
midir.
(HaşİYe)
Bundan memleketimiz içtimaen zarar değil,
manen fayda görecektir. Ben, namus ve şerefim namına
şahadet ederim ki, Molla said, kat’iyen temiz bir adam-
dır. onun için, sizin gibi milletin dâhilen idare ve mukad-
deratına el koyan dirayetli zatlardan insaniyet namına te-
menniyatım şudur:
Yanlış anlayışlı jurnalcilerin sözleriyle hürriyet nime-
tinden, saf hava teneffüsünden, herhangi bir türk kar-
deşiyle görüşmeden mahrum kalan bu adamı, hükûme-
tin adaleti, makamınızın ehemmiyeti namına ve adl ve
Emirdağ Lâhikası – ı | 269 |
kudret:
ehil ve muktedir olma.
lisan:
dil.
mahrum:
bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
makam:
büyük memuriyet,
mevki.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
maruf:
bilinen, tanınmış, herkesçe
tanınmış, belli.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
meslek:
tutulan yol, sülûk edilen
yer.
mukadderat:
geleceğin şekillen-
dirilmesi.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
mütefekkir:
insanlığın ve Müslü-
manların problemlerini ve çarele-
rini çok düşünen âlim kişi.
nam:
ad, isim, yerine.
namus:
edep, hayâ, ahlâk, doğru-
luk gibi faziletlerin sonucu olan ve
yüksek değer taşıyan haslet.
nazaran:
göre, bakımından, baka-
rak, bakılırsa.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
rivayet:
bir haber, söz veya olayı
nakletme.
saf:
sadece.
seciyeten:
seciye olarak, huy, ah-
lâk ve karakter itibariyle.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şayan:
değer, layık, münasip.
şeref:
onur, haysiyet.
taallûkat:
hısımlar, yakınlar, akra-
balar.
takdir:
bir şeyin değerini, kıyme-
tini, lüzumunu anlama.
temenni:
olmasını veya olmama-
sını isteme; dilek, istek, arzu.
teneffüs:
nefes alma, soluklanma,
solunum.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
zat:
kişi, şahıs, fert.
HaşİYe:
evet, herbiri yüze mukabil, binler türk gençleri, masumları, ih-
tiyarları, risale-i nur'a şakirt olmalarından, bu acib asırda, türk mille-
tinin devlet-i Abbasiye inkırâzından İslâm yardımına koşmaları gibi, bu
şakirtler dahi aynen koştular. değil yalnız said, belki bütün ehl-i haki-
kat tahsin eder, türk'e dost olur.
adalet:
kanunların eşitlik ilke-
sine göre uygulanması.
adl:
adalet, her hak sahibine
hakkını verme.
aşina:
bilinen, tanınan.
bizzat:
kendisi, şahsen.
ceride:
gazete.
dahilen:
içten, içeriden, dahil-
den.
dirayetli:
bilgili, kavrayışlı.
ehemmiyet:
pek önemli
olma, değerlilik.
evvel:
önce.
fatinülasır:
asrın en dâhisi, as-
rın en zekisi.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılış-
tan, yaratılış itibariyle.
garp:
ülkemize göre Avrupa.
hâdim:
hademe, hizmetçi, hiz-
met eden, işe yarayan.
hakaret:
saygı göstermeme,
alçak görme, aşağılama.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
içtimaî:
topluluğa ait, top-
lumla ilgili, toplumsal.
idare:
yönetim, memleket iş-
lerinin yürütülmesi.
ilâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
ilim:
kâinat içinde meydana
gelen olayların sebep, oluş, so-
nuç ve tesirleri konusunda, ak-
lın ölçüleri çerçevesinde tahsil
ve tecrübe ile edinilen doğru
bilgi, bilim.
insaniyet:
insanlık mahiyeti,
insan olma hâli, insana yakışır
davranış.
jurnal:
ihbar, şikayet.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.