gelseydi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyakla bütün
onların hacat-ı maddiyesini temine çalışırdım. Beni me-
rak etmeyiniz. İktisad ve kanaat, bana iki hazînedir; tü-
kenmez, bitmez.
İ k inc i Nokt a: Bir zaman “küçük Isparta” namını
alan ve her yerden ziyade, geçen meselemizde hapis
musîbetini çeken İnebolu ve civarı kardeşlerimin gayet
güzel ve samimane mektupları, beni çok mesrur eyledi.
Yalnız, risale-i nur’un kahramanlarından baba-oğulun
meşrepleri ayrı ayrı olduğundan, birbiriyle tam imtizaç
edemediklerinden endişe ediyorum. Baba ne kadar hak-
sız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur.
oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba, şefkat-i fıtriyesi-
ni ona karşı esirgemez ve esirgememeli. değil böyle ba-
ba ve evlât ve mümtaz seciyeli ve risale-i nur’un baş
şakirtleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsa-
lar, risale-i nur’un hatırı için risale-i nur Şakirtlerinin
mâbeynindeki tefânî, birbirini tenkit etmemek, kusurunu
affetmek düsturu ile bu iki kardeşim, dünyevî ve cüz’î ve
hissî şeyleri medar-ı münakaşa etmesinler. pederlik ve
veledliğin iktiza ettiği hürmet ve şefkatle beraber, nurun
şakirtliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve affetmek ve
benim çok sevdiğim iki kardeşim –benim hatırım için–
birbirini tenkit etmemek lâzım geliyor.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua edi-
yoruz.
ì®í
civar:
çevre, yöre, etraf.
cüz’î:
küçük, az.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
dünyevî:
dünyaya ait.
düstur:
kaide, esas, prensip.
endişe:
kaygı.
evlât:
veletler, çocuklar.
gayet:
son derece.
hacat-ı maddîye:
maddî ihtiyaç-
lar.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hissî:
hisli, duygulu.
hürmet:
saygı.
iktisat:
tutum, biriktirme, artırma,
tasarruf.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme, ih-
tiyaç hissedilme.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk, bağ-
daşma.
kanaat:
kısmete razı olma, elin-
dekiyle yetinme, göz tokluğu, elin-
dekini yeterli görüp fazlasını iste-
meme.
kemal-i iştiyak:
istek ve arzunun
son derecesi, tam bir istek ve arzu.
| 166 | Emirdağ Lâhikası – ı
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
mabeyn:
arasında.
medar-ı münakaşa:
münaka-
şaya, tartışmaya sebep olan.
merak:
endişe.
mesele:
konu.
mesrur:
sevinçli, memnun.
meşrep:
yaratılış, tabiat, huy,
mizaç, ahlâk.
musibet:
felaket, bela.
mümtaz:
ayrıcalıklı, seçkin.
nam:
ad, isim.
peder:
baba.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
samimâne:
samimî bir şe-
kilde, gönülden gelen bir ta-
vırla.
seciye:
iyi huy, karakter.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
serkeş:
dik başlı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
karşılıksız sevgi bes-
leme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şefkat-i fıtriye:
fıtrî şefkat, ya-
ratılıştan var olan şefkat duy-
gusu.
tahsil:
elde etme, alma, ka-
zanma.
tefânî:
birbirinde fani olma,
fikren arkadaşının meziyet ve
hissiyatı ile yaşama.
temin:
elde etme.
tenkit:
eleştirme.
umum:
bütün, herkes.
velet:
çocuk, evlât, oğul.
ziyade:
çok, fazla.