Emirdağ Lâhikası - page 162

bırakmıyor. onun verdiği iman-ı tahkikî, keşfiyat, zevk-
ler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakikî
şakirtleri, öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.
Sal i sen:
risale-i nur’un bir esası, kusurunu bilmekle
mahviyetkârâne yalnız rıza-i İlâhî için rekabetsiz hizmet
etmektir. Hâlbuki keramet sahipleri ve keşfiyattan zevk-
lenen ehl-i tarikatin mâbeynindeki ihtilâf ve bir nevi re-
kabet ve bu enaniyet zamanında, ehl-i gafletin nazarın-
da, onlara suizan edip, o mübarek zatları, benlik ve
enaniyetle ittiham etmeleri gösteriyor ki; risale-i nur’un
şakirtleri, şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek,
peşinde koşmamak lâzım ve elzemdir. Hem onun mes-
leğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye
ve kardeşler birbirinde tefânî noktasında risale-i nur’un
mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hiz-
metteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi
ikramat-ı İlahiye umuma kafi gelir; daha başka şahsî ke-
malât ve kerameti aramıyorlar.
Ra b i an:
dünyanın yüz bahçesi, fânî olmak haysiye-
tiyle, ahiretin bâkî olan bir ağacına mukabil gelemez.
Hâlbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye, fâ-
nî, hazır bir meyveyi, bâkî, uhrevî bir bahçeye tercih et-
mek cihetiyle, nefs-i emmare bu hâlet-i fıtriyeden istifa-
de etmemek için risale-i nur Şakirtleri ezvak-ı ruhaniye-
yi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar.
risale-i nur Şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden
bir zat, haremiyle beraber büyük bir makamda
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya,
kıyametten sonra kurulacak olan
âlem.
bâkî:
daimi, sonsuz.
bereket:
bolluk, bereket, gürlük.
cihet:
yön.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığından
dolayı ahiretin farkında olmayan.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kalbini
dünyanın fani işlerinden ayırıp, Al-
lah sevgisi ile bağlayan kimseler.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
ezvak-ı ruhaniye:
ruhen duyulan
zevkler.
fânî:
ölümlü, geçici.
fevkinde:
üstünde.
hakikî:
gerçek.
hâlet-i fıtriye:
yaratılıştan gelen
hâller.
harem:
kadın eş.
haysiyet:
itibar.
hissiyat-ı insaniye:
insana ait
duygular.
hizmet:
görev, vazife.
ihtilâf:
ayrılık, aykırılık.
ikramat-ı ilâhiye:
Cenab-ı Hakkın
ikramları, nimetleri, bağışları.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri ince-
leyip delil ve bürhan ile inanma.
intişar-ı hizmet:
hizmetin yayıl-
ması, yaygınlaşması.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma.
kâfi:
yeterli.
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
keramet-i ilmiye:
ilmin kerameti.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın ilham
etmesiyle gösterilen gaypla ilgili
sırlar.
keşfiyat-ı maneviye:
manaya ait
olan keşifler.
| 162 | Emirdağ Lâhikası – ı
kusur:
eksiklik, özür, suç, ka-
bahat.
mabeyn:
ara.
mahviyetkârâne:
tevazu gös-
tererek, alçak gönüllülükle,
kendini küçük görerek, âcizli-
ğini ifade ederek.
maişet:
geçim, geçinme.
makam:
yer, mevki.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
meftun:
tutkun, müptela, aşırı
bağlanmış.
mukabil:
karşılık.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
nazar:
bakış, dikkat.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
nevi:
çeşit.
rabian:
dördüncü olarak.
rekabet:
aynı amacı güden
kimseler arasındaki çekişme,
yarışma, yarış.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
salisen:
üçüncü olarak.
suizan:
fena, kötü zan, şüphe.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şirket-i maneviye:
manevî
şirket, manevî ortalık.
tefânî:
birbirinde fani olma,
fikren arkadaşının meziyet ve
hissiyatı ile yaşama.
teshilât:
kolaylaştırmalar.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
umum:
bütün, herkes.
zat:
kişi, şahıs.
1...,152,153,154,155,156,157,158,159,160,161 163,164,165,166,167,168,169,170,171,172,...1032
Powered by FlippingBook