Œ
52
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
size dört meseleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi:
B
iriNCisi
:
Hem lisan-ı hâl, hem lisan-ı kal ile ve başka
tezahüratlarla sorulan bir suale cevaptır.
deniliyor ki: “Madem risale-i nur hem kerametlidir,
hem tarikatlerden ziyade iman hakikatlerinin inkişafında
terakki veriyor ve sadık şakirtleri kısmen bir cihette velâ-
yet derecesindeler. neden evljyalar gibi manevî zevkler
ve keşfiyatlara ve maddî kerametlere mazhariyetleri gö-
rülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyor-
lar? Bunun hikmeti nedir?”
El cevap:
evvelâ: sebebi, sırr-ı ihlâstır. Çünkü dünya-
da, muvakkat zevkler, kerametler, tam nefsini mağlûp
etmeyen insanlara bir maksat olup, uhrevî ameline bir
sebep teşkil eder, ihlâsı kırılır. Çünkü, amel-i uhrevî ile
dünyevî maksatlar, zevkler aranılmaz; aranılsa, sırr-ı ih-
lâsı bozar.
San i yen:
kerametler, keşfiyatlar, tarikatte sülûk
eden âmî ve yalnız imanı taklidî bulunan ve tahkik dere-
cesine girmeyenlere, bazan zaif olanları takviye ve ves-
veseli şüphelilere kanaat vermek içindir. Hâlbuki risale-i
nur’un, imanî hakikatlerine gösterdiği hüccetler, hiçbir
cihette vesveselere meydan vermediği gibi; kanaat
vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç
Emirdağ Lâhikası – ı | 161 |
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
saniyen:
ikinci olarak.
sırr-ı ihlâs:
samimiyetin, doğrulu-
ğun sırrı.
sülûk:
bir yola girme, bir yol tutup
o yolda terakki mertebelerine de-
vam etme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahkik:
inceleme, araştırma.
taklidî:
taklitle yapılan.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma, teyit ve tasdik etme.
talebe:
öğrenci.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
terakki:
yükselme, ilerleme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tezahürat:
görünüşler, belirmeler,
ortaya çıkmalar.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce.
ziyade:
çok, fazla.
amel:
fiil, iş, emek.
amel-i uhrevî:
ahirete ait fiil,
amel, ibadet, neticesi ahirette
görülecek amel.
âmî:
bilgisiz, cahil.
cihet:
yön.
dünyevî:
dünyaya ait.
evliya:
veliler, Allah dostları.
evvelâ:
öncelikle.
hakikat:
gerçek, doğru.
hikmet:
gaye, maksat.
hüccet:
delil.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
iman:
inanç, itikat.
imanî:
imana dair olan, imanla
ilgili.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
kanaat:
inanç.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın il-
ham etmesiyle gösterilen
gaypla ilgili sırlar.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
lisan:
dil.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
lisan-ı kal:
söz ile anlatılan
mana, konuşma dili.
maddî:
madde ile alâkalı.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhariyet:
görünme ve te-
zahür yeri olma; nail olma, şe-
reflenme.
muvakkat:
geçici.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıko-
yan güç.