bir mektubunu aldım.
(1)
risale-i nur’un bana teslim ol-
ması münasebetiyle, kardeşimiz Hafız Mustafa’nın çalış-
ması hakkında yazdığım mektubun içinde risale-i nur’un
çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyana-
tıma ve hiss-i kablelvuku mektuplarımdaki ehemmiyetli
davalarıma bu uzun mektup tam bir izah ve denizli şeh-
rinin risale-i nur lehinde bir kuvvetli şahadeti ve bir şa-
hidi olmak cihetiyle, hem bu zat mekteb fenlerinde çok
zaman alâkadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması
haysiyetiyle, risale-i nur hakkındaki bu parlak şahadeti
çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları,
ya tayy veya tadil etmeyi münasip gördüm. Bir, iki, üç
yerde de herkese göstermek münasip görmediğimden,
çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmi Yedinci Mektubun
veya lâhikasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça
mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz.
Hasan Feyzi, kardeşimiz, onun bazı cümlelerini tayyet-
memden gücenmesin. Çünkü umum talebelere o tayyo-
lunan kısım lâzım değil, hususî bazılarda kalabilir.
Bu zat, doğrudan doğruya hakaik-ı imaniye ve
kur’âniyeyi bir şahs-ı manevî mahiyetinde, risale-i nur
şahs-ı manevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını
giymiş bir tarzda, fevkalâde bir sena ile ona hitap ediyor.
Ben, baktıkça, birden îtirazkârâne hüsnüzannı pek ziya-
dedir tahattur ettiğim dakikada, hakikat-i kur’âniye ma-
nen dedi: “Cesede, libasa bakma, bana bak. o, benim
hakkımda konuşuyor. doğru söylemiş.” Ben daha
ilişmedim. Yalnız, risale-i nur tercümanı hakkında
Emirdağ Lâhikası – ı | 157 |
muriyetçe, rütbece eskilik.
kıymet:
değer.
kur’ânî:
Kur’ân’a uygun, Kur’ân’a
ait.
lâhika:
ek, ilave.
leh:
hakkında, onun için, onun ta-
rafına, onun faydasına veya zara-
rına, ondan yana.
libas:
elbise.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
mektep:
okul.
muallim:
ders veren, öğretmen.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
münasip:
uygun.
sena:
methetme, övme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
tahattur:
hatıra gelmek, hatırla-
mak.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
tayy:
atlamak, üzerinden geçmek.
umum:
bütün.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zeyil:
ek, ilâve.
ziyade:
çok, fazla.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
ceset:
vücut, beden.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehemmiyetli:
önemli.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
fevkalâde:
çok güzel, çok iyi,
çok üstün.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikati, Kur’ân’ın ifade ettiği
gerçek.
haysiyet:
özellik, sebep.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vu-
kuundan önce hissetme, bir
hadisenin gerçekleşmesinden
önce kalbe doğması.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
hususî:
özel.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel ka-
naat.
itiraz:
kabul etmediğini belir-
tip karşı çıkma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kıdem:
bir işte zamanca, me-
1.
Bu uzun mektubun tamamı "Konferans" isimli kitapta neşredilmiştir.