münafık îtikadsızdır, kalbsizdir ve vicdansızdır; peygam-
ber (
AsM
) aleyhindedir –şimdiki bazı zındıklar gibi. Alevî
ve Şiîlerin müfritleri ise, değil peygamber (
AsM
) aleyhin-
de, belki Âl-i Beytin muhabbetinden, ifratkârâne muhab-
bet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar
ifrat ediyorlar. Hadd-i şeriattan çıktıkları vakit, münafık
değil, ehl-i bid’a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya gir-
miyorlar. Hazret-i Ali (radıyallâhü anh), yirmi sene hür-
met ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların
hükmünü kabul ettiği ebu Bekir, ömer, osman’a (radı-
yallâhü anhüm) ilişmeseler, Hazret-i Ali (radıyallâhü anh)
o üç halîfeye hürmet ettiği gibi onlar da hürmet etseler,
farz namazını kılsalar, yeter.
Hem, madem risale-i nur Şakirtlerinin en büyük üs-
tadı, peygamberden (
AsM
) sonra Celcelutiye’nin şaha-
detiyle İmam-ı Ali’dir (radıyallâhü anh); onun muhabbe-
tini dava eden Şiîler, Alevîler, risale-i nur’un derslerini
sünnîlerden ziyade dinlemeseler, Âl-i Beyte muhabbet
davaları yanlış olur. zaten kaç sene evvel, o Alevî köyün-
de üç Ali’nin himmetiyle masumlar risale-i nur’u şevkle
yazmalarını işittim. Hatta o zamanda, o köyü de duama
dâhil etmiştim. İnşaallah, yine orada imam olmak isteni-
len kardeşimiz Ali’nin himmetiyle ve Hafız Ali’nin (
rH
)
vârisi küçük Ali gibi kardeşlerimizin gayretiyle, onların
hakkındaki dualarım boş gitmeyecek, o köydeki iki kı-
sım; sünnî, Alevî ittifak edecek.
ì®í
Emirdağ Lâhikası – ı | 149 |
mertebe:
derece.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
mukabil:
karşılık olarak, karşılı-
ğında.
müfrit:
aşırı.
münafık:
nifak sokan, iki yüzlülük
eden, ara bozucu.
Peygamber:
Hazret-i Muhammed.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sünnî:
itikat ve amel ile ilgili ko-
nularda Ehl-i Sünnet Velcemaat
mezhebinden olan Müslüman.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
şeyhülislâm:
Osmanlılar zama-
nında din işlerine bakan ve sadra-
zamdan sonra en yüksek vazifeli
şahıs.
Şiî:
Şia mezhebinden olan, hilâfe-
tin Hz. Ali ve onun soyunun olması
gerektiği görüşünü savunan, Hz.
Ali (ra) taraflısı.
tefrit:
ortalamanın altında kalma,
tersine aşırılık, ifratın zıddı.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vâris:
mirasçı.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zındık:
Allah’a ve ahirete inanma-
yan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ziyade:
çok, fazla.
alevî:
Hz. Ali’ye bağlılık nok-
tasında birleşen çeşitli dinî ve
siyasî gruplar için kullanılan ta-
bir.
aleyh:
karşı, karşıt.
âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(asm) ailesinden olan, Hz. Mu-
hammed’in (asm) ev halkı.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz
Resul-i Ekrem’in (asm) dersle-
rine istinaden, aslı cifir ve eb-
cet hesabı ile alâkalı olarak Hz.
Ali (ra) tarafından telif edilen
Süryanice bir kasidedir.
dâhil:
içine girme, sokma.
dava:
iddia.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i bid’a:
Ehl-i Sünnet Vel-
cemaat’in dışında kalan bütün
gruplar.
evvel:
önce.
farz:
kesin yapılması gerekli
olan; İslâmiyet’te kesin olarak
yapılması gereken emir.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı
hareket eden, günahkâr.
halife:
Hz. Muhammed’in ve-
kili olarak Müslümanların yö-
neticisi olan kimse.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf.
hüküm:
emir, buyruk, ku-
manda, nüfuz.
hürmet:
saygı.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme,
haddini aşma.
ifratkârâne:
aşırı giderek.
imam:
namazda kendisine
uyulan, Müslüman cemaate
namaz kıldıran kişi.
inşaallah:
Allah izin verirse.
itikat:
inanç, iman.
ittifak:
ortak bir gayede an-
laşma, birleşme.
madem:
değil mi ki.
masum:
küçük çocuk.