Emirdağ Lâhikası - page 141

yapmadığı gibi– sana yardım edecek çok ehemmiyetli
kuvvetlere bakmıyorsun, istiğna gösteriyorsun? Ve her-
kes müştak ve talip olduğu ve risale-i nur’un intişarına,
fütuhatına çok hizmet edeceğine o risale-i nur Şakirtle-
rinin hasları müttefik oldukları ve senden kabul ettikleri
büyük makamları kabul etmiyorsun, şiddetle çekiniyor-
sun?”
E
LCEVaP
:
Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate
muhtaçtırlar ki, kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbî ve basa-
mak olamaz ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez ve
hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlûp edemez bir tarzda
iman hakikatlerini ders versin; umum ehl-i imanın, bin
seneden beri teraküm etmiş dalâletlerin hücumuna karşı
imanları muhafaza edilsin.
İşte bu nokta içindir ki, dâhilî ve haricî yardımcılara ve
ehemmiyetli kuvvetlerine, risale-i nur ehemmiyet ver-
miyor, onları arayıp tâbi olmuyor; tâ avam-ı ehl-i imanın
nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basa-
mak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden
başka hiçbir şeye âlet olmadığından, fevkalâde kuvveti
ve hakikati, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale
eylesin.
“Amma, manevî ve makbul ve zararsız ve bütün ehl-i
iman ve hakikatin istedikleri nuranî makamlar ve uhrevî
rütbelerden, halis kardeşlerimizden hüsnüzanla verilen ve
ihlâsınıza zarar gelmediği hâlde, eğer kabul etsen, red-
dedilmeyecek derecede senetler, hüccetler bulunduğu
Emirdağ Lâhikası – ı | 141 |
makam:
yer, mevki.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
muhtaç:
gerek duyan.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
müttefik:
ittifak eden, birleşen,
anlaşan, antlaşma ile bağlanan,
uyuşan, birleşmiş, anlaşmış, bağ-
laşmış.
nazar:
bakış, dikkat.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
senet:
güvence, dayanak.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
talip:
talep eden, isteyen, istekli.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teraküm:
birikme, yığılma, top-
lanma.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
umum:
bütün, herkes.
amma:
ama, lakin, ancak.
avam-ı ehl-i iman:
ehl-i ima-
nın, mü’minlerin avam taba-
kası.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile
ilgili.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fevkalâde:
olağanüstü.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca
niyet, kin.
hakikat:
gerçek, doğru.
halis:
katışıksız, saf, duru.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile
ilgili.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hizmet:
görev, vazife.
hüccet:
delil, ispat, burhan; bir
iddianın doğruluğunu ispat için
gösterilen vesika, senet.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel ka-
naat.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
iman:
inanç, itikat.
intişar:
yayınlanma, neşrolma.
istiğna:
ihtiyaçsızlık, gerek
duymazlık.
izale:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
1...,131,132,133,134,135,136,137,138,139,140 142,143,144,145,146,147,148,149,150,151,...1032
Powered by FlippingBook