haddim değil, üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım.
Ben, sizin kusuratıma karşı şefkatkârâne dua ve himme-
tinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, ba-
na himmet etmenize istihkakım var. Cenab-ı Hakkın ih-
san ve keremiyle, sizlerle, gayet kudsî ve gayet ehemmi-
yetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir
hizmette, taksim-i mesai kaidesiyle iştirak etmişiz. tesa-
nüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde
ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı, bize kâfidir.
“Madem bu zamanda, her şeyin fevkinde hizmet-i
imaniye bir kudsî vazifedir; hem, kemmiyet keyfiyete
nispeten ehemmiyeti azdır; hem, muvakkat ve mütehav-
vil siyaset daireleri ebedî, daimî, sabit hizmet-i imaniye-
ye nispeten ehemmiyetsizdir, mikyas olmaz; risale-i
nur’un, talimatı dairesinde bize bahşettiği feyizli makam-
lara kanaat etmeliyiz. Haddimden fazla fevkalâde hüs-
nüzan ile müfritâne âlî makam vermek yerine, fevkalâde
sadakat ve sebat ve müfritâne irtibat ve ihlâs lâzımdır;
onda terakki etmeliyiz.”
elhak, bunda tam terakki etmişsiniz. (parça bitti.)
ì®í
Œ
41
œ
Aziz,Sıddık,Sebatkâr,MuhlisKardeşlerim!
Hem maddî, hem manevî; hem nefsim, hem benimle
temas edenler gayet ehemmiyetli benden sual ediyorlar
ki: “neden herkese muhalif olarak –hiç kimsenin
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
daimî:
sürekli, devamlı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam doğ-
rusu; doğrusu ya.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
feyiz:
bolluk, bereket; ilim, irfan.
gayet:
son derece.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
himmet:
manevî yardım, ihsan,
lütuf.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i imaniye:
iman ve Kur’an
hakikatlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel kanaat.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
irtibat:
bağ, münasebet.
istihkak:
hak etme, hak kazanma,
hakkı olma.
iştirak:
katılma, ortak olma.
kâfi:
yeterli.
kaide:
kural, esas, düstur.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
kemiyet:
az veya çok oluş.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
nitelik.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli, pa-
halı.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kusur:
suç, kabahat.
maddî:
madde ile alâkalı.
madem:
değil mi ki.
makam:
yer, mevki.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
| 140 | Emirdağ Lâhikası – ı
menfaat:
fayda.
mikyas:
nispet, derece, ölçü.
muhalif:
zıt, karşıt.
muhlis:
ihlâslı, samimî, dost-
luğu halis, her hâli içten ve gö-
nülden olan.
muvakkat:
geçici.
müfritâne:
müfrit bir şekilde,
aşırı derecede, aşırı olarak.
mütehavvil:
değişken.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıko-
yan güç.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sabit:
durağan, değişmeyen;
ispatlanmış.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
sebatkâr:
sebat eden, sö-
zünde ve kararında duran,
vazgeçmeyen, sebatlı.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sual:
soru.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
şefkatkârâne:
şefkatli ve mer-
hametli bir şekilde.
taksim-i mesai:
iş bölümü.
talimat:
talimler, eğitimler; bir
iş hakkında hareket tarzını bil-
diren emirler.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vazife:
görev.