nazarıma değdi. Bir iki aydır size risale-i nur’un makbu-
liyetine dair yazılan mektuplarda şahsımın hisse-i şerefi
ve hüneri olmadığını ve sırf bir ikram-ı İlâhî olmasına
dair yazılan parçayı, bu fıkrayı, o fıkraya alâkadar gör-
düm, size gönderiyorum, onlara münasip bir yerde ilhak
edersiniz. o fıkra, Celcelûtiyenin fevkalâde risale-i nur’a
verdiği ehemmiyetten şahsımın bir lem’ası, bir hüneri ol-
madığına dairdir. Şöyle ki:
orada demiştim:
Hem ben itiraf ediyorum ki, böyle makbul bir eserin
mazharı olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatim yok-
tur. Fakat küçük, ehemmiyetsiz bir çekirdekten, koca,
dağ gibi bir ağacı halk etmek kudret-i İlâhiyenin şe’nle-
rindendir ve âdetidir ve azametine delildir.
Ben kasemle temin ederim ki, risale-i nur’u senadan
maksadım, kur’ân’ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini
teyit ve ispat ve neşirdir. Hâlık-ı rahîm’ime hadsiz şükür
olsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş, nefsimin
ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş ve o nefs-i em-
mareyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış.
evet, kabir kapısında bekleyen bir adam, arkasındaki
fânî dünyaya riyakârâne bakması, acınacak bir hamakat-
tır ve dehşetli bir hasarettir. Cenab-ı Hak, beni böyle ha-
saretlerden muhafaza eylesin, amin!
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua eder ve
dualarını rica ederiz.
ì®í
âdet:
tabiatta var olan kanun.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
arzu:
istek, heves, niyet.
azamet:
büyük, ulu, yüce.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz Re-
sul-i Ekrem’in (asm) derslerine is-
tinaden, aslı cifir ve ebcet hesabı
ile alâkalı olarak Hz. Ali (ra) tara-
fından telif edilen Süryanice bir
kasidedir.
dair:
alakalı, ilgili.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
fânî:
ölümlü, geçici.
fevkalâde:
olağanüstü.
fıkra:
parça.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâlık-ı rahîm:
sonsuz merhamet
ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
hamakat:
ahmaklık, beyinsizlik,
budalalık.
hasaret:
hasar, zarar, ziyan.
hüner:
marifet, bilgililik, ustalık.
| 132 | Emirdağ Lâhikası – ı
ikram-ı ilâhî:
Allah’ın ikram ve
ihsanı.
ilhak:
ilâve etme, ekleme,
katma.
iman:
inanç, itikat.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kasem:
yemin, ant.
kudret-i ilâhiye:
Allah’ın kud-
reti, Allah’ın kudretiyle yaptığı
işler, fiiller, tasarruflar.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
makam:
yer, mevki.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer,
zuhur ettiği, göründüğü yer.
muhafaza:
koruma.
münasip:
uygun.
nazar:
bakış, dikkat.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıko-
yan güç.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
neşir:
yayma, yayım.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
riyakârane:
riyakarca, iki yüz-
lülükle.
rükün:
bir şeye samimî olarak
meyletme, yönelme.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
sena:
methetme, övme.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
şükür:
teşekkür.
temin:
sağlamlaştırma, sağ-
lama.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; doğru çıkarma.
umum:
bütün, herkes.
vecih:
cihet, yön.