nur var ki, mekteplerde çocukları okumaya şevkle sevk
etmek için icad ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere
galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk, risale-i nur
veriyor ki, çocuklar böyle hareket ediyorlar. Hem bu hâl
gösteriyor ki, risale-i nur kökleşiyor. İnşaallah, daha
hiçbir şey onu koparamayacak; ensal-i âtiyede devam
edecek, gidecek.
Aynen bu masum çocuk şakirtler gibi, risale-i nur’un
cazibedar dairesine giren ümmî ihtiyarların dahi kırkelli
yaşından sonra risale-i nur’un hatırı için yazıya başlayıp
yazdıkları kırk elli parça, iki üç mecmua içinde derc edil-
di. Bu ümmî ihtiyarların ve kısmen çoban ve efelerin, bu
zamanda, bu acip şerait içinde, her şeye tercihan risale-i
nur’a bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda
risale-i nur’a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki, harmancı-
lar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri, hacat-ı zaruriyeden
ziyade bir hacat-ı zaruriyeyi, risale-i nur’un hakaikını
görüyorlar.
Bu cildde az ve sair altı cild-i ahirde masumların ve ih-
tiyar ümmîlerin yazılarının tashihinde çok zahmet çek-
tim. Vakit müsaade etmiyordu. Hatırıma geldi ve manen
denildi ki: sıkılma! Bunların yazıları çabuk okunmadığın-
dan, acelecileri yavaş yavaş okumaya mecbur ettiğinden,
risale-i nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerin-
den hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his,
hisselerini alabilir. Yoksa, yalnız akıl cüz’î bir hisse alır,
ötekiler gıdasız kalabilirler.
Emirdağ Lâhikası – ı | 125 |
şerait:
şartlar.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
taam:
yemek, yiyecek.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
tercihan:
tercih ederek, öncelikli
olarak.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahir:
son.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cüz’î:
küçük, az; bütüne ait ol-
mayan, özel.
derç:
koyma, yerleştirme.
ensal-i atiye:
gelecek kuşak-
lar, müstakbel nesiller.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hacat-ı zaruriye:
zorunlu ih-
tiyaçlar, gerekli ihtiyaçlar.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâl:
durum, vaziyet.
harman:
tahıl tanelerini sa-
mandan ayırmak için çalışan-
lar.
hisse:
pay, nasip.
icat:
yeni bir şey ortaya
koyma, yeniden bir şey çı-
karma, buluş.
ihtiyar:
yaşlı.
inşaallah:
Allah izin verirse.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
manen:
mana bakımından,
manaca.
masum:
küçük çocuk.
mecmua:
tertip ve tanzim
edilmiş şeylerin hepsi, kolek-
siyon.
mektep:
ilim, irfan öğrenilen
yer, okul.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
nevi:
çeşit.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sevk:
yöneltme, gönderme.
suret:
biçim, tarz.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.