evet sevgili üstadımız, bütün talebeleriniz hep birden
diyorlar: liyakatsizliğimiz, hiçliğimizle beraber safiyâne
istihdam edildiğimiz bu hizmet-i nuriyede bedî bir üsta-
da hem talebe, hem kâtip, hem muhatap, hem naşir,
hem mücahid, hem halka nasih, hem Hakka âbid olmak
gibi cihandeğer güzelliklerin hepsini birden bize veren
Hazret-i Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Ve bu yapmak
istediğimiz şükürler dahi, Hâlık’ımızın fazlı ile kalbimize
gelen bir ihsan olduğunu tahattur eden biz talebelerinizin
kalblerini sürur ve sevinç dolduruyor. Masum nursluların
üstadımızın küçüklüğünde geçirdikleri hayatın müteşek-
kirâne bir tarzı, hâl ve etvarımızda okunuyor. Hudutsuz
şükürler, nihayetsiz senalar olsun o zat-ı zülcelâl’e ki,
bizleri cehl-i mutlak derelerinden, isyan ve küfran batak-
lıklarından lütuf ve keremiyle çıkarıp, gözleri kamaştıran
en parlak bir nura talebe etmiştir.
eğer sevgili üstadımız “iktiran” tabir edilen iki nime-
tin beraber geldiğini daha evvelden bize izah etmeseydi,
çok minnettarlıklarımızı kalblerimize tercüman olan ka-
lemlerimizden okuyacaklardı.
evet, sevgili üstadımız, biz kendimize bakıyoruz, risa-
le-i nur’a muhatap olamıyoruz. Buna rağmen, ihtiyaç
şiddetlendikçe, Hâlık-ı rahîmin merhametli tecellilerini
müşahede ediyoruz.
kalb-i üstad parlak bir âyine, bir mazhar, bir ma’kes;
lisan-ı üstad âlî bir mübelliğ, bir muallim, bir mürşit;
hâl-i üstad tecessüm etmiş en güzel bir örnek, bir
Emirdağ Lâhikası – ı | 127 |
ma’kes:
akseden yer, yansıma
yeri.
masum:
küçük çocuk.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer, zuhur
ettiği, göründüğü yer.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek, korumak, esirgemek.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
muallim:
ders veren, öğreten.
muhataba:
kendisine söz söyle-
nen.
mübelliğ:
tebliğ eden, haber ve-
ren, bildiren.
mücahit:
cihat eden, savaşan.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu gös-
teren, rehber, kılavuz.
müşahede:
İlahî güzellikleri ve sır-
ları görme, seyretme.
müteşekkirâne:
müteşekkir ola-
rak, teşekkür edercesine.
nasih:
nasihat eden, öğüt veren.
naşir:
eser, neşreden, yayınlayan,
dağıtan.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
Nurs:
Risale-i Nur’un müellifi Be-
diüzzaman Said Nursî’nin doğ-
duğu, Bitlis’in Hizan kazasının İs-
parit nahiyesine bağlı olan köy.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
safiyâne:
çok temiz kalplilikle, hiç-
bir kötülük düşünmeden, çok saf
olarak.
sena:
methetme, övme.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şükür:
teşekkür.
tabir:
ifade; deyim.
tahattur:
hatıra gelmek, hatırla-
mak.
talebe:
istekli, öğrenici.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
tecessüm:
cisimleşme, cisim hâ-
line gelme.
tercüman:
çeşitli, hâl, durum,
maksat veya duyguları ifade etme
vasıtası.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük ve
haşmet sahibi olan zat, Allah.
âbid:
ibadet eden, kulluk
eden.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
bedî:
eşi ve benzeri olmayan,
eşsiz güzel; yeni, garip, eşsiz.
cehl-i mutlak:
kara cahillik,
aşırı derecede bilgisizlik, son-
suz cehalet.
cihandeğer:
cihan kıymetinde.
çok kıymetli.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
evvel:
önce.
fazl:
alicenaplık, ihsan, cö-
mertlik.
hak:
Cenab-ı Hak.
hâl:
durum, vaziyet.
hâlık:
yoktan yaratan, her
şeyi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hâlık-ı rahîm:
sonsuz merha-
met ve şefkat sahibi yaratıcı,
Allah.
hâl-i Üstad:
Üstadın durumu.
hizmet-i Nuriye:
Nur hizmeti,
Risâle-i Nur için çalışma.
hudutsuz:
sınırsız.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
istihdam:
bir hizmette kul-
lanma, çalıştırma.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik,
emre karşı gelme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan,
bağış.
küfran:
iyilik bilmeme, görü-
len iyiliği unutma, nankörlük.
lisan-ı Üstad:
Üstadın dili, üs-
tadın ifade şekli.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
lütuf:
ikram ve yardımda bu-
lunma.