benliğime bir hodfüruşluk verip sukutuma sebep olsa da,
ehemmiyeti yok. Bu hizmete, yani ehl-i imanı dalâlet-i
mutlakadan kurtarmaya, lüzum olsa dünyevî hayat gibi,
uhrevî hayatımı da feda etmek bir saadet bilirim. Binler
dostlarım ve kardeşlerim cennete girmeleri için, cehen-
nemi kabul ederim.
ì®í
Œ
33
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Şimdi bir hâlimi size beyan etmek lâzım geliyor; tâ
başka sebepler sizi müteessir etmesin. o hâl de şudur:
Bu yirmi sene tazyik neticesi, ehemmiyetli ve müzmin
bir hastalık bana arız olmuş. zaten eskiden beri o hasta-
lığın esası bende vardı ki, ona merdümgirizlik, yani
insanlardan çekinmek, temas etmemek, temastan mü-
teessir olmak... Hatta şimdi en hafif ruhlu bir kardeşim,
bir şakirdimle görüşmeyi –fakat risale-i nur hizmetine
ait olmamak şartıyla– ruhum kaldırmıyor. Hatta dostâne
bakmaktan cidden müteessir oluyorum. Bu ehemmiyetli
hâlde insanların bana karşı zulüm ve cinayetleri bir vesi-
le olduğu gibi, inayet-i İlâhiye ve kaderin adaleti ve
hizmet-i imaniyedeki ihlâsın muhafazası en ehemmiyetli
bir sebeptir ki, hem zulm-i cinayet-i beşeriyeyi hiçe
indiriyor, hem bu hastalığı tam bana sevdiriyor, sabır ve
tahammül verir. nasıl ki insanlar evham yüzünden beni
temastan men ede ede asabıma dokundurdular;
Emirdağ Lâhikası – ı | 119 |
müteessir:
üzgün.
müzmin:
eskimiş, üzerinden za-
man geçmiş, yerleşmiş.
saadet:
mutluluk.
sabır:
dayanma, katlanma, zorluk-
lara dayanma gücü.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
sükût:
düşme, düşüş; suskunluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şart:
koşul.
tahammül:
yüklenme, yüke kat-
lanma.
tazyik:
zorlama, baskı, sıkıntı
verme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
vesile:
yol, vasıta, sebep.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, düzenli ve dengeli oluş.
arız:
sonradan meydana
gelme.
asap:
sinirler.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
beyan:
anlatma, açıklama.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
dalâlet-i mutlaka:
mutlak da-
lâlet, sapıklık.
dostâne:
dostlukla, dostça.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
feda:
uğruna verme.
hâl:
durum, vaziyet.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna edici
ve ilmî delillerle anlaşılmasına
hizmet etme.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meye çalışan, övünen.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yar-
dımı.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
men:
yasak etme, engelleme.
merdümgiriz:
insanlardan sı-
kılan, kalabalıktan hoşlanma-
yıp yalnızlık isteyen.
muhafaza:
koruma.