fırtınaları gibi geçici hâllerdir. sebebiyet verenlerin tesir-
leri pek cüz’î… ondaki zarar ve menfaati, o vaziyet şark-
tan, Bahr-i Muhitten sana göndermez. senden sana da-
ha yakın ve senin kalbin onun tasarrufunda ve senin cis-
min onun tedbir ve icadında olan bir zat-ı Akdes’in ru-
bubiyetini ve hikmetini nazara almayıp, ta dünyanın ni-
hayetinden zarar ve menfaati beklemek ne derece diva-
nelik olduğu tarif edilmez.
Hem iman ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların
büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya
boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti ve ahireti unut-
turacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Husu-
san böyle umumî ve mücadele suretindeki hâdiseler, kal-
bi de boğuyor. güneş gibi bir iman lâzım ki, her şeyde,
her vaziyette, herbir harekette kader-i İlâhî ve kudret-i
rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm-i zulmette
kalb boğulmasın, iman sönmesin, akıl tabiat ve tesadüfe
saplanmasın.
Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak
için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar; ta kalb da-
ğılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lâzım ge-
len merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fânî şeylerde telef ol-
masın. Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturları-
nın bir hadimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşı-
yan bir kısım sahabeler ve onlara benzeyen mücahidin-
den, selef-i salihînden başka, siyasetçi, ekserce tam
müttakî dindar olamaz. tam ve hakikî dindar, müttakî
olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini
Emirdağ Lâhikası – ı | 113 |
nazar:
dikkat.
nihayet:
son.
sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sarf:
harcama.
selef-i salihîn:
Ehl-i Sünnet ve Ce-
maatin ilk rehberleri ve Ashap ile
Tabiînin ileri gelenleri ile Tebe-i
Tâbiînden olan Müslümanlar.
sır:
gizlenen gerçek, saklanan bilgi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tabiat:
Allah’ın kâinata koyduğu,
kâinatın düzenini devam ettiren
kanun.
tarif:
etrafıyla anlatma, anlatılma,
etrafıyla bildirme, bildirilme.
telef:
yok etme, öldürme.
tesadüf:
rastlantı.
umumî:
genel.
vazife-i insaniye:
insana ait va-
zife, insanlık vazifesi, insan olma-
nın gerektirdiği görev.
vaziyet:
durum.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
cihet:
yön.
dindar:
dinin emirlerini yerine
getiren.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah
adamı.
ekser:
en çok, daha ziyade.
fânî:
ölümlü, geçici.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nef-
sinin arzularına dalmak.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek
bilgi.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iman:
inanç, itikat.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kesret:
çokluk.
kudret-i rabbaniye:
her şeyi
terbiye eden Allah’ın sonsuz
kudret ve kuvveti.
maksat-ı aslî:
asıl maksat , ha-
kikî maksat, asıl gaye.
marifetullah:
Allah’ı tanıma,
anlama, bilme.
menfaat:
fayda.
merak:
endişe.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
mücahidin:
mücahitler, din
için mücadele edenler.
müttakî:
ittika eden, sakınan,
çekinen, günah ve haramdan
uzak duran, takva sahibi.