teşvikle yardım ve temas etmek zarurî iken ve o hizmet-i
imaniye hayat-ı bâkiyeye baktığı için hayat-ı fâniyenin
meşgalelerine ve faydalarına tercih etmek ehl-i imana
vacip iken, kendimi misal alarak derim ki:
Beni her şeyden ve temastan ve yardımcılardan men
etmekle beraber, aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriy-
le arkadaşlarımın kuvve-i maneviyelerini kırmak ve ben-
den ve risale-i nur’dan soğutmak ve benim gibi ihtiyar,
hasta, zaif, garip, kimsesiz bir bîçareye, binler adamın
göreceği vazifeyi başına yüklemek ve bu tecrit ve tazyik-
lerde maddî bir hastalık nev’inde insanlarla temas ve ih-
tilâttan çekilmeye mecbur olmak, hem o derece tesirli
bir tarzda halkları ürküttürmek ki, en ziyade merbut gö-
rülen bazı dostların bana selâm vermemek, hatta bazı
namazı da terk etmek derecesinde ürkütmekle kuvve-i
maneviyeyi kırmak cihetleriyle ve sebepleriyle, ihtiyârım
haricinde bütün o manilere karşı, risale-i nur Şakirtleri-
nin kuvve-i maneviyelerinin takviyesine medar ikramat-ı
İlâhiyeyi beyan ederek risale-i nur etrafında manevî bir
tahşidat yaptırmak ve risale-i nur kendi kendine, tek ba-
şıyla, başkalarına muhtaç olmayarak, bir ordu kadar kuv-
vetli olduğunu göstermek hikmetiyle bu çeşit şeyler bana
yazdırılmış. Yoksa –haşa– kendimizi satmak ve beğen-
dirmek ve temeddüh etmek, hodfüruşluk etmek ise,
risale-i nur’un ehemmiyetli bir esası olan ihlâs sırrını
bozmaktır.
İnşaallah, risale-i nur kendi kendine, hem kendini
müdafaa ettiği, hem kıymetini tam gösterdiği gibi, bizi
beyan:
anlatma, açıklama.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön, sebep, vesile.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
garip:
gurbette, kendi memleke-
tinin dışında bulunan, yabancı.
hariç:
dışında.
hâşâ:
asla, katiyen, hiç bir vakit.
hayat-ı fânîye:
fânî hayat, sonu
olan hayat.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi.
hizmet-i imaniye:
iman ve Kur’an
hakikatlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihtilât:
karışıp görüşme, beraber
yaşama.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ihtiyar:
yaşlı.
ikramat-ı ilâhiye:
Cenab-ı Hakkın
| 104 | Emirdağ Lâhikası – ı
ikramları, nimetleri, bağışları.
inşaallah:
Allah izin verirse.
kıymet:
değer.
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
maddî:
madde ile alâkalı.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mâni:
engel, mania, set.
medar:
sebep, vesile.
men:
yasak etme, engelleme.
merbut:
bağlı, raptedilmiş,
mensup.
meşgale:
iş, uğraş, meşgul
olunan şey.
misal:
örnek.
muhtaç:
gerek duyan.
müdafaa:
savunma, koruma.
nev:
tür, çeşit.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahşidat:
yığmalar, biriktirme-
ler, toplamalar.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
tarz:
biçim, şekil.
tazyik:
zorlama, baskı, sıkıntı
verme.
tecrit:
hücre hapsi; bir kişinin
başkalarıyla olan ilişkisini
kesme.
temeddüh:
kendi kendini
övme, kendini methetme, bö-
bürlenme.
vacip:
dinî bakımdan yapıl-
ması şart olan, kesinlik bakı-
mından farzdan sonra gelen.
vazife:
görev.
zaif:
zayıf.
zarurî:
zorunlu.
ziyade:
çok, fazla.