Sakalmeselesiise:
Bu bir sünnettir, hocalara mahsus
değil. Bu millette yüzde doksan sakalsız olanların içinde
küçükten beri sakalsız bulundum. Bu yirmi senedir bana
resmî hücumlarda bazı arkadaşlarımın sakallarını kestir-
meleriyle, benim sakal bırakmadığım, bir hikmet, bir ina-
yet-i İlâhiye olduğunu ispat etti. eğer sakal olsaydı, tıraş
edilseydi, risale-i nur’a büyük bir zarardı. Çünkü ölecek-
tim, dayanamayacaktım.
Bazı âlimler “sakalı tıraş etmek caiz değildir” demiş-
ler. Muradları, sakalı bıraktıktan sonra tıraş etmek ha-
ramdır, demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti
terk etmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok gü-
nah-ı kebîreden çekinmek için, bu terk-i sünnete muka-
bil, risale-i nur’un irşadıyla, yirmi sene haps-i münferit
hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşaallah o sün-
netin terkine bir kefarettir.
Hem bunu kat’iyen ilân ediyorum ki: risale-i nur,
kur’ân’ın malıdır. Benim ne haddim var ki, sahip ola-
yım, ta ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki o nur’un
kusurlu bir hadimi ve o elmas mücevherat dükkânının bir
dellâlıyım. Benim karma karışık vaziyetim ona sirayet
edemez, ona dokunamaz. zaten risale-i nur’un bize
verdiği ders de, hakikat-i ihlâs ve terk-i enaniyet ve dai-
ma kendini kusurlu bilmek ve hodfüruşluk etmemektir.
kendimizi değil, risale-i nur’un şahs-ı manevîsini ehl-i
imana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize
bildirene –fakat hakikat olmak şartıyla– minnettar olu-
yoruz, “Allah razı olsun” deriz. Boynumuzda bir akrep
Emirdağ Lâhikası – ı | 99 |
diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
sirayet:
bulaşma, geçme.
sünnet:
farz ibadetler dışında, Hz.
Muhammed’in (asm) yapmayı
âdet edindiği ibadetler.
şart:
koşul.
terk-i enaniyet:
benlik ve enani-
yetten vazgeçme.
tıraş:
sakal, bıyık veya kılı keskin
bir aletle dibinden kesme, kazıma.
vaziyet:
durum.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
caiz:
geçerli, kabul edilebilir,
uygun.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikat-ı ihlâs:
ihlâsın gerçeği,
aslı.
haps-i münferit:
tek başına
olan hapis.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meye çalışan, övünen.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
ilân:
yayma, duyurma.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yar-
dımı.
inşaallah:
Allah izin verirse.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kefaret:
arınma.
kusur:
eksiklik, noksan.
mesele:
konu.
minnettar:
bir iyiliğe karşı
minnet duyan.
mukabil:
karşılık.
mücevherat:
mücevherler, el-
mas, yakut, zümrüt vb. süs
taşlarıyla süslenmiş ziynet eş-
yaları.
razı:
hoşnut olma, kabul etme.
resmî:
devlet adına olan.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-