risale-i nur’un fahrî avukatı ziya’ya, kısm-ı mühimmini
yazdırıp ona hediye etmek niyetindeyim.
tab olunan
Ayetü’l-Kübra
risalesinin beş yüz matbu
nüshaları da tab edenlere verilecek mi, merak ediyorum.
Biri de, İstanbul’da müsadere edilen ne kadar risale-i
nur varsa bana aittir. İçinde yirmi risale bulunan mec-
mua bana çok ehemmiyeti var.
Hem denizli’den mufarakat ederken, emanet Muci-
zat-ı Ahmediye risalesini orada bazılarına bırakmıştım, o
da bana çok lâzımdır. Belki Hoca Mûsa efendi biliyor.
Risale-iNur’unzayıfveyayenişakirtlerinivesveseden
kurtarmakiçinbeyanediyorumki:
gizli bir komitenin
desisesiyle safdil bazı hocalar veyahut bid’a taraftarları
bazı muarızlar, risale-i nur’un hiç zedelenmez bazı haki-
katlerine karşı gelmek için, benim çok kusurlu ve –itiraf
ediyorum– çok hatalı şahsımın noksanlarını ve hataları-
nı işaa etmek ve beni onlar ile çürütmekle risale-i nur’a
ilişmek ve darbe vurmak istediklerinin bu yirmi senedir
yirmi ehemmiyetli hadisesi var. Hatta iki defa hapsimize
de bir nevi vesilesi olduğundan, dostlarıma ve risale-i
nur’un şakirtlerine ilân ediyorum ki:
Ben Cenab-ı Hakka şükrediyorum ki, nefsimi kendi-
me beğendirmemiş ve kusurlarımı kendime bildirmiş.
değil kendimi satmak, hodfüruşluk etmek, belki kemal-i
mahcubiyetle risale-i nur’un mübarek şakirtleri içinde
Emirdağ Lâhikası – ı | 97 |
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nevi:
çeşit.
niyet:
maksat, meram.
nüsha:
suret.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını mey-
dana getiren kitaplardaki her bir
bağımsız bölüm.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
safdil:
saf gönüllü, temiz kalpli.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
teşekkür.
tab:
basma.
taraftar:
taraflı, bir tarafı destek-
leyen.
vesile:
bahane, sebep.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce.
beyan:
anlatma, açıklama.
bid’a:
dinin aslına uymayan
adet ve uygulamalar.
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
defa:
kere, kez, yol.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
emanet:
geri alınmak üzere
bırakılan şey.
fahrî:
bir karşılık beklenme-
den yalnızca şeref ve onur ve-
silesi olarak kabul edilen un-
van, sıfat, iş.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meye çalışan, övünen.
ilân:
yayma, duyurma.
işaa:
haber yayma, herkese
duyurma.
kısm-ı mühim:
önemli kısım.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış topluluk, cemiyet.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
mecmua:
toplanıp, biriktiril-
miş, düzenlenmiş yazıların
hepsi.
merak:
endişe.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
mu’cizat-ı ahmediye:
Risale-
i Nur’da Peygamberimizin mu-
cizelerinin anlatıldığı eser.
müfarakat:
ayrılık, ayrılma,
uzaklaşma.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müsadere:
toplatma, elden
alma.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde