defter-i a’maline vefatlarından sonra hasenatı yazdır-
makla ve ahirette onlara derecesine göre şefaat etmekle
bahtiyar evlât olurlar.
ri sa l e
- i Nur ’ uni k i nc i k ı s ımt al e bel e r i ,
fıtra-
ten risale-i nur’a muhtaç, bir derece de dünyadan ürk-
müş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece
yaşlı da olsa, risale-i nur, ona hakikî bir gıda-i manevî-
dir. Çünkü risale-i nur’un dört esasından birisi şefkattir
ki, ism-i
Rahîm
’in mazhariyetinden gelmiş. kadınların
da en esaslı hassaları ve fıtrî vazifelerinin mayası, şefkat-
tir.
Üçüncük ı s ım,
fıtrî olmasa da, vaziyeti itibarıyla
risale-i nur’a ekmek ve ilâç gibi muhtaç olan hastalar ve
ihtiyarlardır. Çünkü, risale-i nur hayat-ı bâkiyeyi güneş
gibi gösterdiğinden ve dünyevî hayatın fânîlik cihetinde
mahiyetini tam gösterdiğinden, dünyevî hayatlarına ya
hastalık veya ihtiyarlıkla darbe gelen ve gaflet veya dalâ-
let cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihti-
yarlar, risale-i nur’a o derece muhtaçtırlar ve öyle bir
teselli, bir nur alırlar ki, onların hastalık ve ihtiyarlığını
sıhhat ve gençliğe tercih ettiriyor.
• i
hTar EdiLEN ikiNCi NOkTa
:
Madem Arabîce altmış
dörde girdik, işaret-i gaybiye gelmesiyle risale-i nur te-
kemmül etmiş olur. eğer rumî tarihi olsa, daha iki sene-
miz var. Hâlbuki çok mühim yerde yazılmayan ve tehir
edilen risaleler kalmış. Meselâ, otuzuncu Mektup ve
Emirdağ Lâhikası – ı | 87 |
neden ibaret olduğu.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma.
meselâ:
örneğin.
mühim:
lüzumlu, gerekli.
muhtaç:
gerek duyan.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık, ziya,
ışık, şule.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap, broşür.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rumî:
Rumî tarih ve sene, Rumî
takvim.
şefaat:
günahkâr bir kimsenin af-
fını Allah’tan niyaz etme.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
sıhhat:
sağlık, esenlik.
talebe:
istekli, öğrenici.
tehir:
erteleme, sonraya bırakma.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tevehhüm:
vehmine kapılmak,
öyle zannetmek.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vefat:
ölüm, ölme. (insan hak-
kında.).
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
cihet:
yan, yön, taraf.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
darbe:
musibet, belâ, afet, fe-
lâket.
defter-i a’mal:
insanların işle-
diği ve yaptığı şeylerin kayde-
dildiği defter; amellerin defteri.
dünyevî:
dünyaya ait.
evlât:
çocuklar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılış-
tan, yaratılış itibariyle.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
gıda-i manevî:
manevî gıda.
hakikî:
gerçek.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hassa:
bir kimseye, ya da bir
şeye özel olan nitelik.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
idam:
yok olma.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
ihtiyar:
yaşlı.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili
işaret; Hz. Peygamber, müçte-
hit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yolu
ile yapılan açıklamalar.
ism-i rahîm:
bütün mahlûkatı
sonsuz rahmet ve merhameti
ile kuşatan anlamında Cenab-
ı Hakk’ın bir ismi.
madem:
değil mi ki.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,