memleket ahalisine kâinatça hürmetini ve kıymetini gös-
terip bir keramet gösterdi.
ì®í
Œ
20
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
İşarat-ı gaybiye-i gavsiye ve Aleviyede, altmış dörtte
risale-i nur telifçe tamam olur. demek o tarihten sonra
yalnız izahat ve haşiyeler ve tetimmeler olacak. Bu
münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi.
• B
iriNCisi
:
risale-i nur’un fıtraten ve zamanın vaziye-
tine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çün-
kü, bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî ala-
mazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve
imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayrimüslim bi-
risinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, ya-
banî düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmez-
se ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha zi-
yade yabanîlik verir. o hâlde o çocuk, dünyada peder ve
validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini
arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Ahirette de onlara şe-
faatçi değil, belki davacı olur: “neden imanımı terbiye-i
İslâmiye ile kurtarmadınız?”
İşte bu hakikate binaen, en bahtiyar çocuklar onlardır
ki, risale-i nur dairesine girip dünyada peder ve
validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların
âdeta:
sanki.
ahali:
halk.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
arzu:
isteme, bekleme, özleme.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
belâ:
musibet, sıkıntı.
Bilhassa:
özellikle.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
davacı:
dava açan, müddei, müş-
teki.
ders-i imanî:
imana dair verilen
ders.
dindar:
dinin emirlerini yerine ge-
tiren.
dünyevî:
dünyaya ait.
erkân:
rükünler, esaslar.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılıştan,
yaratılış itibariyle.
gayrimüslim:
Müslüman olmayan,
İslâmiyet’i kabul etmeyen.
hakikat:
gerçek, doğru.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
haşiye:
dipnot.
hizmet:
uğraşma, çalışma.
hürmet:
saygı.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
iman:
inanç, itikat.
istiskal:
ağır görme, huzurundan
| 86 | Emirdağ Lâhikası – ı
hoşlanmama, soğuk davranış-
larla hoşlanmadığını belli
etme.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
kıymet:
değer.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
münasebet:
ilgi, ilişki, müna-
sebet.
müşkül:
güç, zor, çetin.
nevi:
çeşit.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
peder:
baba.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
şefaat:
günahkâr bir kimsenin
affını Allah’tan niyaz etme.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
talebe:
istekli, öğrenici.
tarz:
biçim, şekil.
telif:
eser yazma.
terbiye:
eğitim; iyi ahlak, saygı
ve edep öğrenme.
terbiye-i islâmiye:
İslâmî ter-
biye.
tetimme:
bir konuyu veya
eseri tamamlamak için ekle-
nen kısım, ek.
valide:
ana, anne.
vaziyet:
durum.
yabanî:
yabancı, uzak.
zihin:
bilinç, dimağ.
ziyade:
çok, fazla.