Aziz kardeşlerim! siz kat’î biliniz ki, risale-i nur ve
şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, ruy-i zemindeki bü-
tün muazzam mesailden daha büyüktür. onun için, dün-
yevî merakaver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde
fütur getirmeyiniz. Meyvenin dördüncü Meselesini çok
defa okuyunuz; kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.
evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fânî
hayatta zalimâne olan düstur-i cidal dairesinde, gaddarâ-
ne, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda
etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri için-
de, onlara bir manevî cehennem veriyor. risale-i nur ve
şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları, fânî hayata
bedel bâkî hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünye-
viyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel cellâdının
hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i
ebediyelerine birer vesile olduğunu iki kere iki dört eder
derecesinde kat’î ispat etmektedir. Şimdiye kadar o ha-
kikati göstermişiz.
El ha s ı l :
ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı müca-
dele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-i kur’ân ile cidal-
deyiz. onların en büyük meselesi –muvakkat olduğu
için– bizim meselemizin en küçüğüne –bekaya baktığı
için– mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bi-
zim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyor-
lar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük
meselelerini merakla takip ediyoruz?
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bâkî:
daimi, sonsuz.
bedel:
karşılık.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
cellât:
idama mahkûm olanların
hükümlerini infaz etmeye vazifeli
olan adam.
cidal:
muharebe, cenk, kavga, çar-
pışma, savaş.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cinayet:
bu derecede ağır suç.
defa:
kere, kez, yol.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
dünyevî:
dünyaya ait.
düstur-i cidal:
karşılıklı kavga düs-
turu, mücadele prensibi, kaidesi.
ecel:
her canlının Allah tarafından
takdir edilen ölüm vakti.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
fânî:
ölümlü, geçici.
feda:
uğruna verme.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
gaddarâne:
zalimce, gaddarca,
merhametsizce, haincesine.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, doğru.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kader-i ilâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kudsî:
mukaddes, yüce.
| 90 | Emirdağ Lâhikası – ı
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
madem:
değil mi ki.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
merak:
endişe.
merakaver:
merak verici, dü-
şündürücü, meraklandırcı.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
mesail:
meseleler.
mesele:
konu.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
muazzam:
ehemmiyetli,
önemli.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
mukabil:
karşı, karşılık, mua-
dil.
mukaddesat-ı diniye:
dine ait
kudsî ve mübarek sayılan şey-
ler.
muvakkat:
geçici.
nur-i kur’ân:
Kur’ân-ı Kerîm’in
nuru, aydınlığı, ışığı.
perestişkâr:
aşırı derecede
düşkün olan, çok seven.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tenezzül:
gönül alçaklığı, alçak
gönüllülük gösterme.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli.
vazife-i bâkiye:
sonsuzluğa
ait vazife.
vesile:
aracı, vasıta.
zalimâne:
zalimce, zulmeder-
cesine.