insanlar mı divane olmuşlar?” diye hayret içindeydim.
Şimdi hem manevî ihtarla, hem mezkûr hiss-i kablelvu-
ku ile, hem meydandaki risale-i nur’un galebe ve ser-
bestiyetiyle tahakkuk etti ki, risale-i nur’daki hakikat-i
ihlâs, rıza-i İlâhîden başka hiçbir şeye alet ve tâbi olamaz
ve kur’ân’dan başka hiçbir nokta-i istinadı olmadığını is-
pat etmek için o acip hâlet-i ruhiye verilmiş.
SaidNursî
ì®í
Œ
30
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Meyvenin dördüncü Meselesindeki bir hakikatin izahı-
nı eski said’in afaka bakmak damarıyla ve bana hizmet
eden kâtibin ramazan başlarında bayram alâmetini şark-
ta bir hadisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu rama-
zan-ı şerifteki kıymettar vakitleri radyonun malâyaniya-
tıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar
edildi ki, o geniş ve karışık fırtınalı hakikatin kısaca za-
rarlarını beyan eyle. Ben de gayet muhtasar bazı işaret-
ler nev’inde, risale-i nur Şakirtlerinin meraklarını tadil
etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat hem mesele çok
geniş, vaktim de dar, hâlim de perişan olmasından, an-
lamasında zahmet çekeceksiniz, zekâvetinize güveniyo-
rum.
Meyvenin o dördüncü Meselesinde denilmiş ki:
Emirdağ Lâhikası – ı | 111 |
tası.
ramazan:
Kamerî ayların doku-
zuncusu ve üç ayların sonuncusu,
oruç ayı.
ramazan-ı şerif:
mübarek, şerefli
Ramazan ayı.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
serbestiyet:
serbestlik, rahat ve
serbest olma hâli.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şark:
doğu.
tâbi:
bir yere bağlı olan, uyan.
tadil:
doğrultma, düzeltme, aslına
uygun şekilde değiştirme.
tahakkuk:
gerçekleşme, kesin-
leşme.
tesir:
etki.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zayi:
elden çıkan, elden çıkmış,
telef olmuş.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
afak:
ufuklar.
alâmet:
iz, belirti, işaret, nişan.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
beyan:
anlatma, açıklama.
defa:
kere, kez, yol.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikat-ı ihlâs:
ihlâsın gerçeği,
aslı.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh
hâli, psikolojik durum, insanın
manevî hâli, iç durumu.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vu-
kuundan önce hissetme, bir
hadisenin gerçekleşmesinden
önce kalbe doğması.
hizmet:
görev, vazife.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kıymettar:
kıymetli, değerli,
pahalı.
malâyaniyat:
faydasız, boş
şeyler veya sözler.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
merak:
endişe.
mesele:
konu.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
nev:
tür, çeşit.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-