Emirdağ Lâhikası - page 158

sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden
pek fazla senakârâne tabiratı tadil etmeye lüzumu var.
Başkalar, hususan ehl-i tenkit insanlar nazarında bîçare
şahsıma bu nevi hüsnüzannını kabul etmemek mesleği-
mize lâzım geliyor; tadilime gücenmesin.
ì®í
Œ
51
œ
……………
o, (Bediüzzaman) nurun hadimidir. eğer dünyayı
istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri,
zekât ve sadakaları ve bu teberru ve terekeleri alsaydı, bu-
gün bir milyoner olurdu. Fakat o, tıpkı Cenab-ı ömer’in
(
rA
) dediği gibi, “sırtıma fazla yük alırsam, nefs-i natıka-i
kainatın kalbi ve Allah’ın habibi Muhammed-i Arabî Aley-
hissalâtü Vesselâma ve yâranı olan kâmil ve vasıllara ye-
tişemem ve yarı yolda kalırım” diyor. “Bütün eşya ve ef-
lâki senin için yarattım habîbim” fermanına, “Ben de se-
nin için onların hepsini terk ve feda ettim” diye verilen
cevab-ı Hazret-i risaletpenahîye ittiba ve imtisalen, o da
dünya ve mafihayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hat-
ta terki de terk ederek bütün hizmet ve himmetini ve şu
ömr-i nazenînini envar-ı kur’âniyenin intişarına sarf ve
hasretmiştir. İşte bunun için, şimdi çektiği bütün zahmet-
ler, rahmet; yaptığı hizmetler, hikmet olmuş. Celâli yü-
zünden cemalini de gösterip, âlem, bir gülzar-ı kemal bul-
muştur.
âlem:
dünya, cihan.
aleyhissalâtü Vesselâm:
‘salât ve
selam onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
Bediüzzaman:
zamanın, çağın eş-
siz güzelliği.
behiye:
güzel ikramlar.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Celâl:
Allah’ın Kahhar, Cebbar, Mü-
tekebbir gibi sertlik, hışımlılık, yü-
celik ifade eden nitelikleri hak-
kında kullanılan, Allah’ın güzel
isimlerinden biri.
Cemal:
güzellik, Cenab-ı Hakk’ın
lütuf ve ihsanı ile tecellisi.
cenap:
büyüklük ifade etmek için,
hürmet maksadı ile söylenen
saygı, şeref ve ululama ifadesi. Ce-
nab-ı Allah, Cenab-ı Hak gibi.
eflâk:
semalar, felekler, gökler, kü-
reler, zamanlar.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
habip:
sevilen, sevgili.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hasr:
yalnız bir şeye mahsus
kılma, vakfetme.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
himmet:
çalışma, çabalama, gay-
ret gösterme, emek sarf etme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel kanaat.
imtisalen:
imtisal ederek, uyarak,
tâbi olarak.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
işareten:
işaret ederek, belirterek.
| 158 | Emirdağ Lâhikası – ı
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat
etme.
kâmil:
kemale ermiş, olgun,
bilgili, kültürlü.
kinaye:
maksadı, kapalı bir şe-
kilde ve dolaylı olarak anlatan
söz.
mafiha:
öteki dünya, ahiret.
meslek:
gidiş, usul, yol.
muhabbet:
ülfet, sevgi,
sevme, dostluk.
muhammed-i arabî:
Arapla-
rın içinden çıkan Peygamberi-
miz Muhammed (asm).
nazar:
düşünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
nevi:
çeşit.
Nur:
Risale-i Nur.
ömr-i nazenin:
lâtif, nazik,
nazlı, narin hayat.
rahmet:
şefkat etmek, mer-
hamet etmek, esirgemek.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım.
sarf:
kullanma.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
senakârâne:
sena ederek, se-
nakârlıkla, övercesine.
sevda:
bir şeye karşı duyulan
şiddetli arzu, aşırı iştiyak.
tabirat:
tabirler, ifadeler, te-
rimler, deyimler.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
teberru:
karşılıksız, isteyerek
verme, bağışlama, bağış.
tereke:
ölen bir kimsenin ge-
ride bıraktığı ve mirasçılarına
intikal eden menkul ve gayri
menkul mallar ile çeşitli malî
haklar.
vasıl:
ulaşan, erişen, kavuşan.
yâran:
yarlar, dostlar, sadık ar-
kadaşlar, sevgililer.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
1...,148,149,150,151,152,153,154,155,156,157 159,160,161,162,163,164,165,166,167,168,...1032
Powered by FlippingBook