Emirdağ Lâhikası - page 164

gelip dinlemeleri, sabık kuşlarda tevafukatına, bu küçük
kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebo-
lu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla; yine mektubu-
muzu gecede okudukları zaman, gayet heyecanlı bir tarz-
da bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki
kanadı ile pencereyi döverek lisan-ı hâl ile “Ben de o
mektupla alâkadarım; bizi alâkasız zannetmeyiniz” diye
yine sabık aynı meseleye ve sabık kuşların alâkadarlıkla-
rına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor. Aynı
meseleye bu kadar tevafukat
(HaşİYe)
hem mektuplardaki
mücmelen bahsedilen hakikatlerin çok ehemmiyetli ol-
masından ve nev-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakma-
sı noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mesele-
leri birbiriyle münasebettarlığını düşünen ve hayali geniş
bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki, güya
beşer, gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla,
kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korku-
tup, hem kuşlar âleminde acip bir heyecanla nev-i beşe-
rin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip,
insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı
kimler mukabele edip onları zulümden, tahripten vazge-
çirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına
çalışan kimlerdir diye risale-i nur meselelerine alâkadar-
lık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez
mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?
HaşİYe:
Bu mektubu üstadımızdan yeni almıştık. Ben, yani Hüsrev,
okuyordum; arkadaşım tahirî yazıyordu. gül kahraman kuşu odamızın
penceresine konup Hüsrev'in başını görmekle bırakıp gitti.
Hüsrev,Tahirî
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
âlem:
dünya, cihan.
asr:
yüzyıl.
bahis:
konu.
beşer:
insan, insanlık.
canavar:
zararlı. vahşi.
cevv-i hava:
hava boşluğu.
ciddî:
gerçek, hakikat.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i kalp:
gönül ehli.
gayet:
son derece.
gidişat:
tutum, durum, davranış.
güya:
sanki.
| 164 | Emirdağ Lâhikası – ı
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hakikat:
gerçek, doğru.
ihtimal:
olabilirlik.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
mana:
anlam.
menfaat:
fayda.
mesele:
konu.
mukabele:
karşılık.
mücmelen:
kısa ve özlü bir
şekilde, özet olarak.
münasebet:
ilişki, alâka.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
saadet:
mutluluk.
sabık:
geçen, önceki.
sabık:
geçmiş.
sadık:
sözünde, işinde doğru
olan, dostluğu ve bağlılığı içten
olan.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
tarz:
biçim, şekil.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tayyare:
uçak.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
tevafukat:
tevafuklar, uygun-
luklar, rastlantılar, birbirine uy-
gun gelişler.
vaziyet:
durum.
zalim:
merhametsiz, gaddar.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.
1...,154,155,156,157,158,159,160,161,162,163 165,166,167,168,169,170,171,172,173,174,...1032
Powered by FlippingBook