bulundukları hâlde, maişet müzayakası yüzünden hare-
mi, demiş zevcine: “İhtiyacımız şedittir.” Birden, altun-
dan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İş-
te cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir.” Birden o
mübarek hanım demiş ki: “gerçi çok muhtacız ve ahiret-
te de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fânî bir surette
bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olma-
sın. dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yeri-
ne gitti. keşif ile gördüler diye rivayet edilmiş.
İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, risale-i nur Şakirt-
lerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına
bir hüsn-i misaldir.
i
kiNCi
m
EsELE
:
tevafuk, eğer müteaddit tarzda ve ayrı
ayrı cihette birbirini takviye edecek olsa, katiyet ve sara-
hat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra ya-
zılan bir kısım mektuplarımız hem makbul, hem çok
ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç
olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman –hilâf-ı
âdet bir tarzda– serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve gü-
vercinlerin garip bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine
tevafuk etmesi ve Milâs’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz
Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu al-
dıkları zaman, aynen, hilâf-ı âdet, kilitli bir odasını açar-
ken, kuddüs kuşu oda içerisinde uçmaya çalışması, hem
içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafu-
ku; ve Medrese-i nuriyedeki şakirtlerin o mektuplarımızı
okumak zamanında iki çekirge mektubun başına
Emirdağ Lâhikası – ı | 163 |
rivayet:
bir haber, söz veya olayı
nakletme.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedit:
şiddetli.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma.
tarz:
biçim, şekil.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbi-
rine denk gelme.
zayi:
elden çıkan, elden çıkmış,
telef olmuş.
zevç:
koca, eş.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
bahis:
konu.
cihet:
yön.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah
adamı.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
ezvak-ı keramet:
keramet-
teki zevk.
fânî:
ölümlü, geçici.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gerçi:
her ne kadar...
hakikat:
gerçek, doğru.
halk:
topluluk, insan toplu-
luğu, insanlar.
harem:
kadın eş.
hilâf-ı âdet:
âdete aykırı.
hüsn-i misal:
güzel örnek.
kanaat:
inanç.
kasır:
saray, köşk.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
keşif:
gizli bir şeyi veya bir sırrı
kalp gözüyle görerek öğ-
renme.
maişet:
geçim, geçinme.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
medrese-i Nuriye:
nur med-
resesi; Risale-i Nur’ların okun-
duğu yerler.
mesele:
konu.
muhtaç:
gerek duyan.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müteaddit:
bir çok kere, de-
falarca.
müzayaka:
sıkıntı, darlık, güç-
lük, zorluk.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.