insanî kuşların tahripçi kısmını, hem küre-i arza, hem
nev-i beşere müstebidâne, merhametsiz tahribatına kar-
şı, bu hayvanî kuşlar, tesirli bir surette istikbali tenvir
eden risale-i nur’u elbette manen tebrik edip alkışlar di-
ye suretindeki hâdise, gerçi çok tatlı bir lâtifedir, fakat
çok ince bir hakikat dahi içinde var.
ì®í
Œ
54
œ
Kardeşlerim!
Bu defa
MeyveRisalesi’
nin tam kıymetini bilen ve
kendine “Meyveci” namını veren risale-i nur santralcısı-
nın yazdığı mektup, beni çok memnun eyledi. Çünkü,
Hulûsî, Hakkı gibi yirmi seneye yakın bir zamandan be-
ri mabeynlerinde olan samimâne dostluk ve kardeşlik
tam devam ve sebat ettiği gibi; onların risale-i nur’a
karşı alâka ve irtibat ve sadâkatleri, aynen mabeynlerin-
deki halisâne münasebetleri gibi hem devam ediyor,
hem metanet kesb ediyor, arızalarla sarsılmıyor. Cenab-ı
Hakka şükrediyorum ki, böyle halis, muhlis ve başkalara
hüsn-i misal olan sadık şakirtleri risale-i nur’a vermiş ki,
daimî hakta hulûs ile ve nur hizmetinde sabır içinde şük-
rediyorlar.
o “Meyveci”nin civarında ismini söylemediğim malûm
ve çok alâkadar olduğum kardeşlerim, hususan Barla sıd-
dıkları, beni çok defa hayalen eski zamana ve o memle-
kete celp ediyorlar, Barla ve dağlarında gezdiriyorlar.
Emirdağ Lâhikası – ı | 171 |
hiç bir karşılık beklemeden sırf Al-
lah rızası için yapan.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
müstebidâne:
müstebitçe, keyfî
ve baskıcı bir şekilde.
nam:
ad.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
Nur:
Risale-i Nur.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabır:
dayanma, katlanma, zorluk-
lara dayanma gücü.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sadık:
sadâkatli, dostluğu ve bağ-
lılığı içten olan.
samimâne:
samimî bir şekilde, gö-
nülden gelen bir tavırla.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
teşekkür.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
arıza:
bozukluk, engel.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
civar:
çevre, yöre, etraf.
daimî:
sürekli, devamlı.
defa:
kere, kez, yol.
gerçi:
her ne kadar...
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
halis:
saf, temiz.
halisâne:
temiz kalplilikle, sa-
fiyetle.
hayalen:
hayalî bir şekilde.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hay-
vana ait.
hizmet:
görev, vazife.
hulûs:
halislik, saflık, gönül te-
mizliği.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüsn-i misal:
güzel örnek.
insanî:
insana ait, insanla alâ-
kalı.
irtibat:
bağ, münasebet.
istikbal:
gelecek zaman.
kesb:
kazanma.
kıymet:
değer.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lâtife:
şaka, nükte, espri.
mabeyn:
ara.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
manen:
mana bakımından,
manaca.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
metanet:
metîn olma, daya-
nıklılık; gayret.
muhlis:
ihlaslı, samimî; bir işi