sema-i maneviyeyi bazen ve zahiren bihasebilhikmet afa-
kî bir bulut kütlesi kaplar. o celâlli sehaptan öyle bir ba-
ran-ı feyz-i rahmet takattur eder ki; sümbüllenmeye müs-
tait tohumlar, çekirdekler, habbeler o sıkıcı ve dar âlem-
de gerçi muztarip olurlar, o sıkılmaktan üzerlerindeki kı-
şırları çatlar ve yırtarlar; o anda bulutlar da ufuklara çe-
kilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi bir imtihan-ı rabba-
nî ve bir inkişaf-ı feyezanî ve bir rahmet-i nuranîdir ki,
evvelceki bir habbe, bir çekirdek yeniden taze bir haya-
ta iştiyakla ve neşe-i inkişafla meyvedar koca bir ağaç
suretini alır ve
(1)
m
äÉn
æ°n
ùn
M r
ºp
¡p
JÉ'
Äu
«°n
S *G o
?u
ón
Ño
j
sırrına mazhar
olurlar.
evet, yirmi senedir devam eden şu mevsim-i şita, inşa-
allahü teâlâ, nihayet bulmuş ola, dünyaya yeni ve feyizli
bir fasl-ı nevbahar gele ve âlemin yüzü nurla güle.
Ri sa l e- i Nur ,
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın taht-ı
tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen
her el kırılır ve her dil kurur. kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın
(2)
/
¬p
er
ƒn
b p
¿Én
°ùp
?p
H s
’p
G m
?ƒo
°Sn
Q r
øp
e É n
ær
?°n
Sr
Qn
G BÉn
en
h
kavl-i şerifinin ima ve
işaratından, şu devrede türk lisanının sadmeler geçirme-
sine bakılırsa, risale-i nur, türkçede, lisan üzerinde de
imam olacağına, yani “Yarın halis türkçe olan risale-i
nur’un kesb-i imtiyaz edip, diğerlerini terk edeceklerine
dair işaret-i kur’âniyedendir” demiş olsam, hata etme-
miş olurum zannederim.
Emirdağ Lâhikası – ı | 181 |
kışır:
kabuk, dış taraf.
kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
Açıkla-
malarıyla, akılları “benzerini yap-
mak”tan aciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rim.
lisan:
dil.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
İlahî tecellilerin göründüğü yer
olma.
mevsim-i şita:
kış mevsimi, kış
devresi, zamanı.
meyvedar:
meyveli, yemişli.
mustarip:
ıstırap çeken, sıkıntı
içinde olan.
müstait:
mütemayil, meyilli.
nihayet:
son.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rahmet-i nuranî:
nurlu rahmet.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadme:
ani değişiklik, ani bo-
zulma.
sehap:
bulut.
sema-i maneviye:
manevî gökler.
sır:
gizlenen gerçek, saklanan bilgi.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
taht-ı tasarruf:
idare altında.
takattur:
damlama, damla damla
akma.
ufuk:
gökle yerin veya denizin bir-
leşmiş gibi göründüğü yerler, göz
erimi, çevren, ufuk.
vaziyet:
durum.
zahiren:
görünüşte.
afakî:
dışa dönük.
âlem:
dünya, cihan.
baran-ı feyiz:
feyiz yağmuru.
celâl:
sonsuz büyüklük, haş-
met, ululuk, yücelik.
dair:
alakalı, ilgili.
evvelce:
daha önce.
fasl-ı bahar:
ilkbahar.
feyiz:
bolluk, bereket, verim-
lilik.
gerçi:
her ne kadar...
habbe:
tane.
halis:
katışıksız, saf, duru.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
imam:
önde ve ileride olan,
delil, rehber.
inşaallah:
Allah izin verirse.
işarat:
işaretler, haber verme-
ler.
işaret-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
işareti.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kesb-i imtiyaz:
imtiyaz kul-
lanma, imtiyaz kazanma, ay-
rıcalık kazanma.
1.
Allah onların günahlarını silip, yerlerine iyilikler verir. (Furkan Suresi: 70.)
2.
Hak dini açıklasın diye, her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik. (İbrahim
Suresi: 4.)