dehşetli cereyanın istilâsına karşı risale-i nur hakikatleri
bir kal’a olduğu gibi, âlem-i İslâm’ın ve Asya kıt’asının
hâl-i hazırdaki îtiraz ve ittihamını izale ve eskideki mu-
habbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mu’ci-
ze-i kur’âniyedir. Bu memleketin vatanperver siyasîleri
çabuk aklını başına alıp risale-i nur’u tab ederek resmî
neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.
Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuv-
vetli bir surette bu vatanda neşreden risale-i nur olma-
saydı, bu dehşetli asırda acip inkılâp ve infilâklarda bu
mübarek vatan, kur’ân’ını, imanını dehşetli sadmeler-
den tam muhafaza edebilir miydi? Her ne ise…
risale-i nur’a, daha vatana, idareye zararı dokunmak
bahanesiyle tecavüz edilmez; daha kimseyi o bahane ile
inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi al-
tında bazı safdil hocaları veya bid’a taraftarı veya enani-
yetli sofîmeşreplileri bazı kurnazlıklarla risale-i nur’a
karşı –iki sene evvel İstanbul’da ve denizli civarında ol-
duğu gibi– istimal etmek ve risale-i nur’a ve şakirtlerine
ayrı bir cephede tecavüz etmeye, münafıklar çabalıyor-
lar. İnşaallah muvaffak olamazlar.
risale-i nur Şakirtleri, tam ihtiyatla beraber, bir taar-
ruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar;
aldanan, ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar, “Biz size iliş-
miyoruz, siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla karde-
şiz” deyip yatıştırsınlar.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
bahane:
vesile, sebep.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bid’a:
dinin aslına uymayan adet
ve uygulamalar.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
civar:
çevre, yöre, etraf.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim adam-
ları.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
evvel:
önce.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâl-i hâzır:
şimdiki durum.
iade:
geri verme.
idare:
yönetim, memleket işlerinin
yürütülmesi.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma, gele-
ceği düşünerek tedbirli hareket
etme.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri ince-
leyip delil ve bürhan ile inanma.
infilâk:
patlama, şiddetli patlama.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istilâ:
ele geçirme, kaplama, ya-
yılma.
istimal:
kullanma.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
| 188 | Emirdağ Lâhikası – ı
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma.
izale:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
kal’a:
büyük hisar.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi bü-
yük kara parçasından her biri,
ana kara.
mu’cize-i kur’âniye:
Kur’ân’a
ait mu’cize.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhafaza:
koruma.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
münafık:
nifak sokan, iki yüz-
lülük eden, ara bozucu.
münakaşa:
tartışma.
neşr:
yayım, yayın.
resmî:
devlet adına olan.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sadme:
ansızın başa gelen ve
sarsan belâ, felâket.
safdil:
saf gönüllü, temiz kalpli.
siper:
koruyucu engel, kalkan.
siyasî:
siyasetle uğraşan, siya-
set adamı.
sofîmeşrep:
tasavvuf ehli, ri-
yazet ve nefisle mücahede ile
hakikate ermeye çalışan.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tab:
basma.
tecavüz:
haddini aşma, söz ve
harekette ileri gitme.
uhuvvet:
kardeşlik.
vatanperver:
yurtsever, vata-
nına düşkün, vatanını seven
kimse.
vesile:
bahane, sebep.
zarfında:
süresince.