edildi. Bu cemiyetin, binler lira maddî, milyonlar lira da
manevî zararı oldu. Ve üzülen bizlere, kalbimiz ve ruhu-
muzla çok alâkadar bir şahs-ı manevî, “ey nurcular!
Şimdi maddî imkân hâsıl olmuyor diye üzülmeyiniz. nu-
run fütuhatı geniş bir sahada devam ediyor. külli bir mu-
vaffakıyet hâsıl oluyor…” vesaire vesaire diye bağırdı.
(1)
»
u
Hn
Q p
?r
°†n
a r
øp
e Gn
ò'
g
ì®í
Œ
66
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
size, manidar ve acip ve risale-i nur’un talebeleriyle
ve risale-i nur’a ve
Ayetü’l-Kübra
’nın kerametiyle ve
ehl-i dünyanın ilişmek niyetleriyle alâkadar karşımda es-
kiden belediye bulunan hükûmet dairelerinden birisi, hiç-
bir şey kurtulmayarak, hiç görmediğimiz acip bir parla-
makla gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem
gibi yandığı hâlde, tam bitişiğinde, risale-i nur’un Çalış-
kan’larından bir talebesi, yine iki kardeşinin, masum
Ceylân’ın sermayelerinin kısm-ı azamı bulunan büyük
mağazaları, o yangın yeri ile iki küçük dükkân fasıla ile o
dehşetli yangın bütün şiddetiyle mağazaya doğru gelir-
ken bîçare Ceylân yanıma geldi, dedi: “Biz yanıyoruz,
mahvolduk.”
Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan
Ayetü’l-
Kübra
’nın bir kısım matbu nüshalarını yanıma getirmek
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
ayetü’l-kübra:
en büyük delil,
ayet anlamında Risale-i Nur’da 7.
Şua adlı eser.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beddua:
bir kimsenin kötü olması
için dua, kötü dua.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cemiyet:
dernek, topluluk.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
evvel:
önce.
fasıla:
ara.
fütuhat:
zaferler, fetihler, galibi-
yetler.
hâsıl:
elde edilenlerin hepsi, mey-
dana gelme.
imkân:
olabilirlik, olanak.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
kısm-ı azam:
büyük kısım, ekse-
riyet, çoğunluk.
küllî:
umumî, genel.
maddî:
madde ile alâkalı.
mahvolma:
yok olma, orta-
dan kalkma, batma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
manidar:
nükteli, ince manalı.
masum:
saf, temiz.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
muvaffakıyet:
başarı.
niyet:
maksat, meram.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
nüsha:
suret.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sermaye:
varlık, servet.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs.
talebe:
öğrenci.
vesaire:
ve başkaları, bunun
gibileri.
1.
Bu Rabbimin fazlındandır. (Neml Suresi: 40.)
| 196 | Emirdağ Lâhikası – ı