maatteessüf, ben dünya ile alâkadar olmadığımdan ve
ehl-i idare ile de görüşmediğimden ve dünya hâlini bil-
mediğimden ve kanunsuz ilişmek belâsına maruz kaldı-
ğımdan, eskiden beri perde altında bana husumet eden
bazı insanlar, fırsat bulup zabıtayı, ya adliyeyi evhamlan-
dırıyorlar.
Ez cüml e:
Acip bir tesadüfle işittim ki, dört risalem
ile bu iki sene zarfında yazdığım mektupların suretini
taharri memurları şimendiferde tutmuşlar. o risalelerin
ikisi, İhlâstır. gerçi bir derece mahremdir; fakat, mahke-
me, hem Ankara ehl-i Vukufu tetkikten sonra zararsız
görmüşler ki, bize iade ettiler. Hem, sansüre ve büyük
muharrirlere göstermek için İstanbul’a gönderilmiş.
“İktisad” ise, bu zamanda herkese lâzımdır. on seki-
zinci lem’a olan keramet-i Aleviye ise, yanlışlıkla onla-
ra, beraber gönderilmiş. değil o risaleyi tab etmek, bel-
ki en mahrem kardeşlerime de ancak okumasına izin ve-
riyorum. Hem, o, dünyaya bakmıyor. Hem, ehl-i vukuf
ve mahkeme, tetkik etmiş, bize iade etmişler. Hem, on
sene evvel eskişehir Hapishanesinde çok sıkıntılı bir za-
manımda ve teselliye çok muhtaç olduğum bir zamanda
bir müjde-i manevî kalbime geldi, ben de kaleme aldım.
Amma benim bu iki sene, belki dört beş senede yaz-
dığım mektupların suretleri, değil o risalelerle beraber
tab ve neşretmek, belki mahrem bir iki dostumun arzu-
su ile okunmasını merak edip beraber gönderilmiş.
Bu mektupları kendim yazdığımın sebebi, benim
yüzümden hapiste sıkıntı çekenlere bir teselli, bir
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
amma:
ama, lakin, ancak.
arzu:
istek, heves, niyet.
belâ:
musibet, sıkıntı.
ehl-i idare:
idare edenler, devleti
| 194 | Emirdağ Lâhikası – ı
yönetenler.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi
olanlar.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
evvel:
önce.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
gerçi:
her ne kadar...
husumet:
düşmanlık.
iade:
geri verme.
keramet-i aleviye:
Hz. Ali’ye
ait keramet, olağanüstü, fev-
kalâde hâl.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
lerek belirteyim ki.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
merak:
endişe.
muharrir:
yazan, yazar.
muhtaç:
gerek duyan.
müjde-i manevî:
manevî
müjde.
neşir:
yayım, yayın.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki
her bir bağımsız bölüm.
sansür:
denetleme işini yapan
kurul.
suret:
nüsha, kopya.
suret:
nüsha, kopya.
şimendifer:
tren.
tab:
basma.
taharri:
soruşturma.
tesadüf:
rastlantı.
teselli:
avutma, acısını din-
dirme.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
zarfında:
süresince.