için söyledim, fakat getirmedi. demek o ateşi söndür-
mek için orada kalmıştı.
Ben de risale-i nur’u ve
Ayetü’l-Kübra
’yı şefaatçi ya-
pıp, “Yâ rabbi, kurtar” dedim. üç saat, o dehşetli yan-
gın, hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti, altında
ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. risale-i
nur’un ve
Ayetü’l-Kübra
’nın hıfzında olan mağazaya
kat’iyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstes-
na olarak sağlam kaldı. Yalnız ahali camlarını kırdılar.
eğer ahali ilişmeseydi, eşyalarını almasaydılar, hiçbir za-
rar olmayacaktı.
İşte, Isparta halıcıhanesinin yangını ile, risale-i
nur’un derslerine köşklerini tahsis eden zatların o deh-
şetli yangınla bitişik iki kardeşinin iki hanesinin kurtul-
ması risale-i nur’un bir kerameti olduğu gibi, kastamo-
nu’da aynen bu emirdağı yangını gibi, orada, karşımda-
ki dehşetli bir yangının ittisalindeki risale-i nur Şakirtle-
rinden Hafız Ahmed’in evi harika bir surette kurtulması
ve hemşîresinin üçüncü kat yangın içinde harika bir tarz-
da, hem elmas ve altın mücevheratını, hem canını risa-
le-i nur’un berekâtıyla kurtarması misillü, burada da, bu
yangında, risale-i nur’un çalışkan talebelerinden ve Ça-
lışkan hanedanından üç kardeşi olarak dört zatın o deh-
şetli yangından kurtulması, risale-i nur’un ve
Ayetü’l-
Kübra
’nın bir kerameti olduğuna hem benim, hem onla-
rın, hem sair kardeşlerimizin kat’î kanaatimiz geldi.
Burada eksik olmayan az bir rüzgâr esseydi, o çarşı dük-
kânlarının ekserîsini yandırabilirdi. Hatta
Ayetü’l-Kübra
Emirdağ Lâhikası – ı | 197 |
için kullanma.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
zat:
kişi, şahıs.
ahali:
halk.
ayetü’l-kübra :
en büyük de-
lil, ayet anlamında Risale-i
Nur’da 7. Şua adlı eser.
berekât:
bolluklar, bereketler.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ekserî:
çoğu kısmı.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
hanedan:
köklü ve büyük aile.
harika:
olağanüstü.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
hıfz:
saklama, koruma, muha-
faza etme.
ittisal:
bitişiklik.
kanaat:
inanma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
keramet:
kerem, lütuf, ihsan,
bağış.
mahv:
perişan etme, harap
etme.
misillü:
benzeri, gibi, aynısı,
benzer gibi, eş kabilinden.
mücevherat:
mücevherler.
müstesna:
istisna olan, hariç.
rabbi:
benim Rabbim, Al-
lah’ım.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sair:
diğer, başka, öteki.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun ba-
ğışlanmasını dileme.
tahsis:
bir şeyi belli bir gaye