Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-ü inadîden gelen temerrüd, bu zamana nisbeten pek az idi.
Onun için, eski İslâm muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanlarda tam kâfi olurdu. Küfr-ü meşkûkü çabuk izale ederlerdi. Allah’a iman umumî olduğundan, Allah’ı tanıttırmakla ve Cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefahetlerden, dalâletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise, eski zamanda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine, şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir. Eskide, fen ve ilimle dalâlete girip inat ve temerrüdle hakaik-ı imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid inatçılar, firavunluk derecesinde bir gururla ve dehşetli dalâletleriyle hakaik-ı imaniyeye karşı muaraza ettiklerinden, elbette bunlara karşı atom bombası gibi bu dünyada onların temellerini parça parça edecek bir hakikat-i kudsiye lâzımdır ki, onların tecavüzatını durdursun ve bir kısmını imana getirsin.
İşte, Cenab-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın tam yarasına bir tiryak olarak Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın bir mu’cize-i maneviyesi ve lemaatı bulunan Risale-i Nur, pek çok muvazenelerle, en dehşetli muannid, mütemerridleri, Kur’ân’ın elmas kılıcı ile kırıyor. Ve kâinat zerreleri adedince vahdaniyet-i İlâhiyeye ve imanın hakikatlerine hüccetleri, delilleri gösteriyor ki; yirmi beş seneden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş ve ediyor.
Evet, Risale-i Nur’da iman ve küfür muvazeneleri ve hidayet ve dalâlet mukayeseleri, bu mezkûr hakikatleri bilmüşahede ispat ediyor. Meselâ, Yirmi İkinci Söz’ün iki makamının bürhanlarına ve lem’alarına ve Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfına ve Otuz Üçüncü Mektub’un pencerelerine ve Asâ-yı Mûsa’nın on bir hüccetine, sair muvazeneler kıyas edilse ve dikkat edilse, anlaşılır ki, bu zamanda küfr-ü mutlakı ve mütemerrid dalâletin inadını kıracak, parçalayacak, Risale-i Nur’da tecelli eden hakikat-i Kur’âniyedir.
İnşaallah, nasıl Tılsımlar mecmuasında, dinin mühim tılsımlarını ve hilkat-i âlemin muammalarını keşfeden parçalar, o mecmuada toplanmış; aynen öyle de, ehl-i dalâletin dünyada dahi Cehennemlerini ve ehl-i hidayetin dünyada lezaiz-i Cennetlerini gösteren ve iman Cennetin bir manevî çekirdeği ve küfür ise Cehennem zakkumunun bir tohumu olduğunu gösteren Nurun o gibi parçaları, kısacık bir tarzda, bir mecmuacık olarak yazılacak, inşaallah neşredilecek.
Şualar, 15. Şua, s. 706
LÛGATÇE:
hüccet: delil.
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla akılları benzerini yapmaktan âciz bırakan Kur’ân-ı Kerîm.
küfr-ü mutlak: kayıtsız şartsız küfür, mutlak küfür, hiçbir imânî hükmü, delili, hakikati kabul etmeme, kesin ve tam bir inkâr.
küfr-ü meşkûk: şüpheli küfür, “Acaba yanlış mı düşünüyorum, yoksa Allah var mı?” türünden inkârında şüpheye düşme.
lemaat: lem’alar, parıltılar, parlayışlar.
mu’cize-i maneviye: manaya ait mu’cize.
temerrüd: inat etme, karşı koyma, hakkı kabulde direnme, inatçılık, dik başlılık.
tiryak: derde devâ, en etkili çare.