Ey kardeşlerim ve ey elli sene sonra bu sözleri işiten arkadaşlarım! İşte altı yaşına girmeyen bu çocuğa o iki kahraman- dan ziyade cesaret ve hürriyet veren ve çok mertebe onların fevkinde bir emniyet ve korkmamak hâletini veren, o masumun kalbinde hakikatin bir çekirdeği olan şimendiferin intizamına ve dizgini bir kumandanın elinde bulunduğuna ve cereyanı bir intizam altında ve birisi onu kendi hesabıyla gezdirmesine olan itikadı ve itminanı ve imanıdır. Ve o iki kahramanı gayet korkutan ve vicdanlarını vehme esir eden, onların onun kumandanını bilmemek ve intizamına inanmamak olan cahilâne itikadsızlıklarıdır.
Bu temsilde, o masum çocuğun imanından gelen kahramanlık gibi, bin senede İslâm taifelerinin birkaç aşiretinin (Türk ve Türkleşmiş milletin), kalbinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle, rûy-i zeminde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla, İslâmiyet ve kemâlât-ı maneviyenin bayrağını Asya ve Afrika’da ve yarı Avrupa’da gezdiren; ve “Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim” deyip ölümü gülerek karşılamakla beraber, dünyadaki müte- selsil düşman hâdisâtlara karşı da, hatta mikroptan kuyruklu yıldızlara kadar beşerin küllî istidadına karşı düşmanlık vaziyetini alan o dehşetli şimendiferlerin tehditlerine karşı, imanın kahramanlığıyla mukabele edip korkmayan; kaza ve kader-i İlâhiyeye karşı imanın teslimiyetiyle korkmak, dehşet almak yerinde, hikmet ve ibret ve bir nevi saadet-i dünyeviyeyi kazanan başta Türk ve Arap taifeleri ve bütün Müslüman kabileleri, o masum çocuk gibi, fevkalâde bir manevî kahramanlık gösterdikleri gösteriyor ki, istikbalin hâ- kim-i mutlakı, ahirette olduğu gibi, dünyada da İslâmiyet milliyetidir.
O iki temsilde, o iki acib kahramanın pek acib korku ve telâşlarına ve elemlerine sebep, onların adem-i itikadları ve cehaletleri ve dalâletleri olduğu gibi; Risale-i Nur’un yüzer hüccetlerle ispat ettiği bir hakikati ki, bu risalenin mukaddemesinde bir-iki misali söylenmiş. Mesele şudur ki:
Küfür ve dalâlet, bütün kâinatı ehl-i dalâlete binler müthiş düşmanlar taifeleri ve silsileleri gösteriyor. Kör kuvvet, serseri tesadüf, sağır tabiat elleriyle, Manzume-i Şemsiyeden tut, tâ kalpteki verem mikrop- larına kadar binler taife düşmanlar bîçare beşere hücum ettiklerini; ve insanın câmi’ mahiyeti ve küllî istidâdâtı ve hadsiz ihtiyacatı ve nihayetsiz arzularına karşı mütemadiyen korku, elem, dehşet ve telâş vermesiyle, küfür ve dalâlet, bir Cehennem zakkumu olduğunu ve bu dünyada da sahibini bir Cehennem içine koyduğunu; din ve imandan hariç binler fen ve terakkiyat-ı beşeriye, o Rüstem ve Herkül’ün kahramanlıkları gibi, beş para fayda vermediğini; yalnız iptal-i his nev’inden muvakkaten o elîm korkuları hissetmemek için sefahet ve sarhoşlukla şırınga ediyor. (Devamı var)
Eski Said Dönemi Eserleri,
s. 261
LÛGATÇE:
adem-i itikad: itikadsızlık, inançsızlık.
dalâlet: iman ve İslâmiyetten ayrılmak, haktan sapmak.
fevkinde: üzerinde, üstünde.
hüccet: delil.
istidâdât: istidatlar, kabiliyetler.
itminan: inanma, güvenme; kesin bilme.
küfür: Allah’ı inkâr, imansızlık.
Manzume-i Şemsiye: Güneş Sistemi.
muvakkaten: geçici olarak.
sefahet: dinen yasak olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
şimendifer: tren.
terakkiyat-ı beşeriye: insanlığın kaydettiği gelişmeler, ilerlemeler.