Bab-ı rububiyet ve saltanattır ki, ism-i Rabbin cilvesidir. Hiç mümkün müdür ki, şe’n-i rububiyet ve saltanat-ı ulûhiyet, bahusus böyle bir kâinatı, kemâlâtını göstermek için gayet âlî gayeler ve yüksek maksatlar ile icad etsin, onun gâyât ve makàsıdına karşı, iman ve ubudiyetle mukabele eden mü’minlere mükâfatı bulunmasın ve o makàsıdı red ve tahkir ile mukabele eden ehl-i dalâlete mücâzât etmesin?
İKİNCİ HAKİKAT
Bab-ı kerem ve rahmettir ki, Kerîm ve Rahîm isminin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi, kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücâzâtta bulunmasın?
Evet, şu dünya gidişatına bakılsa, görülüyor ki, en âciz, en zayıftan tut, (HÂŞİYE) tâ en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor.
Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir Kerem Eli, içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.
Meselâ, bahar mevsiminde, Cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüsmisal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip, hizmetkâr ederek, onların latîf elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı en tatlı balı bize yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak, ne kadar cemîl bir kerem, ne kadar latîf bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır.
HÂŞİYE: Rızk-ı helâl iktidar ile alınmadığına, belki iftikara binaen verildiğine delil-i kat’î, iktidarsız yavruların hüsn-ü maişeti ve muktedir canavarların dıyk-ı maişeti, hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maişetle vücutça zayıflığıdır. Demek, rızık iktidar ve ihtiyâr ile makusen mütenasiptir; ne derece iktidar ve ihtiyârına güvense, o derece derd-i maişete mübtelâ olur.
Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 83
LÛGATÇE:
âsâr: eserler.
bab-ı rububiyet ve saltanat: terbiye edicilik ve hâkimiyet kapısı.
bedaheten: apaçık.
dıyk-ı maişet: geçim darlığı.
iftikar: fakirlik, fakir olduğunu gösterme.
kavî: kuvvetli, güçlü.
makàsıd: maksatlar, neticeler.
makusen mütenasip: ters orantılı.
murassaat: değerli taşlarla süslenmiş şeyler.
musanna: sanatlı.
mücâzât: bir suça karşı verilen ceza, cezalandırma.
saltanat-ı ulûhiyet: ortak kabul etmeyen İlâhî hâkimiyet.
sündüsmisal: ipekli elbise gibi.
şe’n-i rububiyet: terbiye ediciliğin gereği.
ubudiyet: Allah’a kulluk, itaat.