Dünya ve bütün kâinat zulmet ve karanlığın girdabına girmişti.
Bu zulmet, iki cihanın güneşi Resul-ü Ekrem Efendimizin (asm) doğumu ile aydınlanmıştı. Kâinat bütün mevcudiyeti ile bu müjdeyi tebşir etmişti. Fakat, bazı yarasa mizaçlı insanlar, bu nurdan gözlerini ve gönüllerini kapamıştı.
Amcası ve dedesi vefat ettikten sonra Mekke müşriklerinin baskıları gittikçe artmıştı. Sevgili hanımı Hatice (ra) validemiz de ebedî âleme göçmüş, Efendimiz (asm) hüzünlerini sevince gark etmek için “Habibim” iltifatına mazhar ettiği Cenab-ı Hak, yüz yirmi dört bin Peygambere nasip olmayan bir iltifata mazhar etmek için, kendisini huzuruna dâvet edecekti.
Cebrail Aleyhisselâm işte o gece gelmişti Efendimizin (asm) huzuruna. Bu, mukaddes bir yolculuğun başlangıcı idi. “Refref” denilen bir binek ile önce Mescid-i Aksa’ya teşrif etmişlerdi… Burada bütün Peygamberler O’nu (asm) bekliyorlardı. Asıl yolculuk ondan sonra başlamıştı. Kısa bir zaman sonra “Kab-ı kavseyn” denilen makama gelince, Cebrail Aleyhisselâm o zaman Efendimiz’e (asm) şöyle dedi: “Ya Resulullah ben buradan bir adım dahi geçsem yanarım.”
Kâinatın sultanı yalnız olarak Rabbimizin huzuruna çıktı. Musa Aleyhisselâmın Tur Dağı’nda tahammül edemediği hadiseye mukabil, Efendimiz (asm) metanet ile Rabbimizin huzurunda idi. Bu hadiseyi bütün âlemler tebşir edip sürur içinde idiler.
Namazda, tahiyyatta okuduğumuz bu mukabele dile gelmişti. “Namaz mü’minin mi’racıdır” hadisi, ehl-i imana açılan manevî bir pencere oldu. Bizler de her namazda bu ulvî hazza mazhar olmuştuk. Tarifi imkânsız bir manevî atmosfer yaşanıyordu.
Sayısız âlemler bu vesileyle tezahür etmişti Efendimize (asm). Cenneti gördü, Cehennemi gördü, Peygamberler ile sohbetleri oldu. Nihayet yolculuk tamamlanmış, Efendimiz (asm) huzur içinde idi. Mekkelilere müjdeyi söylediğinde, adeta inkâra kalkıştılar. Bunu önce Hazreti Ebu Bekir’e (ra) koşa koşa ulaştırdılar.
Söyledikleri zaman, “olmayacak bir olay” olarak vasıflandırdıkları hadise için beklemedikleri bir cevap aldılar: “Bunu o mu (asm) söyledi? O (asm) söyledi ise doğrudur.”
Bu söz ona “sıddık-i ekber” makamını kazandırdı. Gelen asırla onun adına “sıddık-ı ekber” namı ile anıldı. İşte bu gece, o gecenin yaşandığı gece idi. Asırlar bu manevî olayı yadetmek amacı ile onu (asm) salât-ü selâm ile yadetmeye devam etmektedir, kıyamete kadar da devam edecektir inşallah. Bu vesileyle gecenizi gönülden kutlar, müstecab duâlarınızı istirham ederim.